23 Aralık 2008 Salı

EMLEK YÖRESİ KÖYLERİ GÖÇ HAREKETİ

Emlek yöresinin bir kaç köyüne ait Türkiye İstatisitik Kurumundan alınmış nüfus verilerine bakıldığından özellikle 1960 lı yıllara kadar yerleşim alanlarındaki nüfusta bir artış olmakla birlikle en fazla veya yoğunluğa sahip yer Ortaköydür.1960 lı yıllardan sonra kadameli olarak nüfusta bir azalma söz konusudur.Bununda sebebi kentlere olan göçtür.Ancak 1990 lı yıllarda Ortaköye ait nüfusta pozitif bir yönde sapma olmuştur.Bununda sebebi belediye seçimleri için Ortaköye seçmen sayısının artırılması amacıyla kentlerden Ortaköye geçici insan kayıt göçüdür.

ORTAKÖY 1503 YILI OSMANLI ARŞİVİ



Ortaköye ait 1503 yılı Osmanlı nüfus arşivleri tercü me edilmeyi bekliyor.Musa Tokmak tarafından Osmanlı Arşivleri Genel Müdürlüğünden özel izinle alınan belgeler Osmanlıcanın özel ve şifreli bir dili olan Siyatla yazıldığından ancak Türkiyede sayıları çok az olan bilim adamlarınca çözülebilmektedir.
Bu belge gösteriyorki Ortaköy 1500 lerden de önce Türk yerleşimine sahipti.Umarım bu belgeler kısa bir zamanda Türkçeye çevrilir....

Aşık Veysel’e ve Sivrialan’a Farklı Bir Bakış

Aşağıdaki yazı Veysel Kaymak’ın Kitabından alınmıştır.

Küçük Veysel:
Aşık Veysel’in İbrahim’den sonra, birlikte gezip dolaştığı arkadaşı Küçük Veysel’di. Küçük Veysel de, ustası gibi ağır başlı, dürüst, sevecen, efendi bir insandı. Takım elbise ve arada fötr giyerdi.
Aşık’la türküleri birlikte okur, türkü söylerken sesleri, birbirinden pek ayırt edilmezdi. Birlikte plak bile yapmışlardı. Veysel’ler bir bakıma özdeş gibi algılanırdı. Altmışlı yıllarda, Küçük Veysel’in ölümünden sonra, bazı çevrelerce, Aşık Veysel öldü sanılırdı. Aşık Veysel’i çarşıda görenler; "Yahu Aşık Veysel öldü diyorlardı, bu Aşık Veysel değil mi?" diye hayrete düşenler olurmuş.
Aşık Veysel’in herkesçe tanınması, kendisinin ise, bunlardan bir çoğunu tanımadığı konusunda anlattığı bir fıkra şöyle;
Köyün birinin karşısına tilki gelir, tilkiyi gören köy halkından birkaç kişi toplanıp;-Aaa tilkiye bakın, tilkiye bakın, diye bağırır. Tilki bu sesler üzerine durur ve köylülere dönerek;-Hayret, bunlar beni nereden tanıyor, ben bunların hiç birini tanımıyorum, der.
Veli Dayı:
Veli Dayı da Aşık’a gezilerinde zaman zaman arkadaşlık etmiştir. Arkadaşlıkları İbrahim ve Küçük Veysel gibi uzun süreli olmamıştır. Bunun bir nedeni de, Aşık Veysel’in oğulları Ahmet ve Bahri’nin büyümüş olmalarıdır.
Veli Dayı, Aşık’ın ölümünden sonra yapılan anma toplantılarında, gecelerde arkadaşlık anılarını, ileri yaşına karşın zevkle anlatırdı.
Atatürk’le Görüşme:
Aşık, bir tarihte, arkadaşı İbrahim’le, köy köy, kent kent dolaşarak İstanbul’a varır. Radyo Müdürü Mesut Cemil Bey’e, İzmir’den, bir tanıdığından mektup götürmüştür.
Mesut Cemil Bey, Veysel’i radyoda bir programa çıkarır. Program öncesinde: "İyi söyleyin, bütün dünya sizi dinleyecek" diye açıklama yapar. Aşık, dünyaya duyurmak için fazla bağırmak gerektiğini zannederek, türküsünü o şekilde okur. Türkü bitince Mesut Cemil Bey: "Hiç kendini sıkma, yalnız benim demem, öksürüp, pıskırma, kelimeler açık olsun, en hafif bile söylersen duyulur" diye açıklama yapar.
Aşık türküsünü çalıp, söyler. Program çok güzel olmuştur. Dinleyenler beğenmiştir. Dinleyenler arasında Mustafa Kemal Atatürk de vardır. Atatürk, Radyo evini aratarak, "Onlar kimse bana gönderin" demektedir. O sırada Aşık Veysel’i, İstanbul’da kapıcılık yapmakta olan, Arapkirli Mehmet Efendi, radyodan alıp, misafir olarak evine götürmüştür.
Ertesi gün Aşık’a durumu anlatırlar. Mesut Cemil Bey, Atatürk’ün yaveri Şükrü Bey’e, bununla ilgili bir mektup yazar. Şükrü Bey’e ulaştıklarında, Şükrü Bey onlara: "O bir zevk zamanı idi. Malum ya, şimdi çalışma zamanı, haber vermeme imkan yoktur, veremem, eğer yeniden hatırlayacak olursa çağırtırız" diye açıklama yapar. Görüşme gerçekleşmez. Aşık, sırası geldiğinde bu anısını büyük bir hüzünle anlatır, "Görüşmek mümkün olmadı" diye üzülürdü.
İsmet Paşa ile Görüşüyor:
Cahit Külebi bir yazısında aşık Veysel’i, ağırbaşlı, ne yaptığını bilen biri olarak, İsmet Paşa’ya benzetir. Bu benzetmede gerçek payı vardır. Aşık, düşünce olarak gerçek Atatürkçü ve Cumhuriyetçidir.
İsmet Paşa ile Görüşmesini:
-Bayram kutlaması mı, başka bir tebrikleşme mi hatırlamıyorum, halk kuyruğa girmiş, İsmet Paşa ile görüşüyordu. Biz de kuyruğa girdik, görüşmemiz sırasında, "Paşam, Aşık Veysel" diye tanıttılar, Paşa da "Yaa ,öyle mi?" dedi. İsmet Paşa ile görüşmemiz de böyle oldu, diye anlatırdı.
Gürsel Paşa İle Görüşme:
1965’te Aşık Veysel, oğlu Ahmet’le Ankara’ya gelir. Yanlarına Mustafa Timisi’yi de alarak, Gürsel Paşa ile görüşmek için Çankaya’ya çıkarlar. Paşanın Genel Sekreteri Nasır Zeytinoğlu’na, görüşme istediklerini iletirler.
Genel Sekreter başlangıçta görüştürmek istemez. Ayrılırlarken Aşık Veysel, ayak üzeri Zeytinoğlu’na, "Bir köylünün diğerini suya götürüp, susuz getirme" öyküsünü anlatır. Sonunda da; "İşte biz suya geldik,susuz gidiyoruz" der. Anlatılanlar Nasır Zeytinoğlu’nun hoşuna gider. "Bunları uygun bir zamanda Paşa’ya anlatacağım. Sonucunu size bildiririm" diyerek, adreslerini alıp konuklarını uğurlar.
Kısa bir süre sonra Paşa, Aşık Veysel’i makamına kabul eder. Görüşme sırasında Aşık, daha çok birlik beraberlik, kardeşlik ve benzeri konularda yazmış olduğu şiirlerini okur. Aşık, o günlerde Kızılay’da bulunan Büyük Sinema’da vereceği konsere Gürsel Paşa’yı davet eder. Paşa’da konser günü Büyük Sinema’ya gelerek Veysel’i dinler. Bir görüşme de böyle noktalanmış olur.
Sivralan’dan Arner Geçti:
70’li yılarda köye, Norveç’ten sarışın uzun boylu, 30-35 yaşlarında Arner adlı biri geldi. Üniversitede Öğretim görevlisi olduğunu, Türkçe öğrenmek için geldiğini söylüyordu.
Bir süre Ankara’da dil kurslarına devam etmiş, bakmış yeterine yararlı olmuyor, konsolosluk ve çevresinden birilerinin de önerileriyle Sivrialan’a çıkageldi. Kendi ifadesine göre bir süre dil öğrenimine burada sürdürecekti. Aşık’ın damadının evine yerleşti.
Arner ara sıra okula geliyor, yarım yamalak Türkçesiyle çeşitli konularda konuşuyor, arkadaşlarla birlikte sohbet ediyorduk. Bizler O’nu ziyaretimizde ise, evde Türkçe öğrenmeye çalışırken, yemek yaparken veya bulaşık yıkarken buluyorduk. Arner zamanla köy halkıyla kaynaştı, Türkçesini de bir hayli geliştirdi. Kendi dili ve Türkçe’nin dışında İngilizce, Fransızca, Rusça ve Almanca biliyordu. Arada bir kendisiyle Almanca konuşmak isteyenleri, "Ben şimdi Türkçe düşünüyorum" diye geri çeviriyordu.
Bir ara yanına eşi ve bir çocuğu da geldi. Bir kaç ay birlikte köyde kaldıktan sonra, ülkelerine döndüler. Köyden ayrıldıktan sonra da haberleşmemiz devam etti. Ankara’ya bir iki kez ziyaretimize de geldi. Geldiğinde köye uğramayı ihmal etmiyordu. Arner’i Ankara’daki gecekondumuzda bir iki gün konuk ettik.
Bir gün Ankara’da görev yaptığım okula uğradık, arkadaşlarla tanıştırdım. Okulda pinpon oynadık. Oyun sırasında topu karşılarken, gerekse topa vururken bir gözünün sakatlığının farkına vardık. Nedenini sorduğumuzda, çocukken şiş battığını, bu yüzden tek gözünün görmediğini söyledi. O güne kadar farkına varmadığım için şaşırmıştım. O gün oturup düşündüm, Arner tek gözüyle okumuş üniversite hocası olmuş, dört beş yabancı dil biliyor. Ben ise o kadar boş zamanımın olmasına karşın tek yabancı dil bile bilmiyorum.
O gün bu gündür, Arner’i hatırladıkça aynı sıkıntıyı duyuyor, bütün bu olanları ve Sivrialan’da birlikte geçen 70’li yılların heyecanlı günlerini düşündükçe, Sivrialan’dan Arner geçti demekten kendimi alamıyorum.
Amerikalı Öğrenciler:
Yine o yıllarda, başlarında bir Alman Profesör, iki Amerika’lı, bir Japon öğrenci, folklor araştırması için köye geldi. Çalışmaları sırasında onlara tercümanlık yapacak, bir kız, bir erkek Türk öğrenci vardı. Çalışmalarını okulda sürdürmek istediklerini, bu konuda yardımcı olmamı istediler. Bir takım zorlukların olabileceğini açıkladım. O yıllarda Amerika’ya karşı daha çok antipati vardı. Okulda sürekli olarak bir kız öğrenci ile çalışmaları da çevrede hoş görülmeyebilirdi. Bununla birlikte okulda kalmaları konusunda, yetkililerden kolayca izin alabilirlerdi. Muhtar Süleyman Bal’la görüşüp razı olduk. Kira olarak ne vereceklerini sordular. Para almamızın sıkıntı yaratacağını düşünerek, okulun ihtiyaçlarını bir liste halinde yazıp verdik.
İki üç ay gibi uzun bir süre çalışmalarını burada sürdürdüler. Çalışmaları süresince yardımcı olundu. Yeni dostluklar kuruldu. Başlarındaki Alman Hoca, mahalleden Dursun Amca ile dost oldular. Dursun Amca’ya şişman olan göbeğini gösterip, "bebeğim var" diye espri yaparak, ceketinin altına sakladığı şarabı çıkarır birlikte içerlerdi. İriyarı olan Dursun Amca da O’na; "Beni çantana koy, Almanya’ya götür" diye takılırdı.
Alman Hoca, grubun ihtiyaçlarını almak için, arabasıyla sık sık kente giderdi. Hoca bir gün Sivas’ta dolaşırken peşine biri takılır. Para çekmek için bankaya uğrar, vezneden para alır, dışarı çıkar, bakar adam yine peşindedir. Kuşkulanır, bir ara durup adama dönerek, "Ne istiyorsun?", diye sorar. Adamın yanıtı, "Ben Türk’üm" olur. Hoca’da, "Bende Alman’ım", der. Adam, Almanca öğretmeni olduğunu, kendisiyle Alman’ca konuşmak istediğini açıklar.
Grup köyde birkaç ay kaldıktan sonra ayrıldı. Bu süre içinde yeni dostluklar edinildi. Karşılıklı hediyeler alınıp verildi, mektuplaşıldı. Ve bir anı olarak kaldı belleklerde.

Kısa Süren Bir Kooperatifcilik Hikayesi

Yılmaz Kurtyiğit 1945 yılında Sivrialan’da doğmuştur. 1969 yılında Sivrialan Köy kalkınma kooperatifini kurmuş ve başkanı olmuştur. Özellikle 1970 yıllarda Almanya, İtalya, Avusturya ve İsviçre’de kooperatifçilik konusunda incelemek maksadıyla incelemelerde bulundu.
1969 yılında kurulan Sivrialan kalkınma kooperatifiçilik projesine 34 adet montofon ineğinin yurt dışından getirilerek başlanmıştır. Daha sonra Sivrialan köyünün yaklaşık 6 km güneyinde yer alan Hüyük köyünün arazisi içerisinde salam-sosis-sucuk fabrikası kurulmuştur. Fabrikanın genel işletme projesi olarak yılda yaklaşık olarak 4000 sığır, 2000 dana ve 1500 mandanın kesiminin yapılması planlanmaktaydı. Elde edilen kesimler sonucu 350 ton sucuk, 180 ton sosis, 100 ton salam, 6 ton füme dil, 31 ton jele işkembe, 94 ton kıymetli et(bonfile, kontrifle, büftek, pirzola, vb.). Bunların yanında baş, sakatat, deri, rendering, ürünleri de ayrıca elde edilip satılmayı planlamaktaydılar.
Daha sonra 1980 yıllarda fabrika kapanma noktasına gelmiş ve en sonunda el değiştirerek "Set-San" olmuştur. Ancak bir iki yıl sonra fabrika kapanmıştır. 2005 yılında da tümüyle harap bir vaziyette çökme noktasına gelmiştir.
Hayvanların barınağı olarak Sivrialan köyünün içerisinde şimdi eski ortaokul olan yerde ahır yapılmış olup önceleri hayvanları besleme maksadıyla inşa edilmiş ama kooperatif faaliylerinin tam olarak yürütülememesi sebebiyle daha sonra tekrar elden geçirilmesiyle ortaokul olarak kullanılmış ve sonra yoğun göçler sebebiyle terk edilmiş bir konumda günümüzde durmaktadır.
Güzel başlayan bir kooperaftifcilik hikayesi maalesef hüsranla bitmiştir. Sivrialan köyü ekonomisine makro ve milli ekonomiye mikro ölçekte katkısı çok olacak bu proje günümüzde devam etse idi yoğun yaşadığımız göçler maalesef olmayacaktı. Ama olmadı...

7 Aralık 2008 Pazar

SİVRİALAN VE ÇEVRESİNDEKİ ZİYARET YERLERİ

Alıntı:

BESEREK VE GÜLDEDE DAĞLARI:

Beserek ve Gül Dede, Aşık Veysel’in doğum yeri olan Sivrialan Köyü’nün yaklaşık 10 km kuzey batı tarafında bulunan ve birbirine sınır iki ayrı yer ismidir. Sivrialan’ın üst tarafında bulunan ve özellikle Sivrialan, Mescit, Beyyurdu, ve Höyük olmak üzere çevre köylülerce kutsal olarak görülen bir dağ vardır. Bu dağın başında bir taş yığını bulunmaktadır. Bölge insanı burada bir yatırın olduğuna inanmaktadır. Dağın eteğinde 20-30 m genişliğinde bir göl (çukur) bulunmaktadır. Bu gölü ilkbaharda kar suları beslemektedir. O çevredeki köylülerce bu gölün suyunun uyuz hastalığına iyi geldiğine inanılmaktadır. Çobanlar ve hayvan sahipleri uyuz olan hayvanlarını bu suda yıkayıp tedavi etmektedirler. Köylülerden dinlediğim bir söylenceye göre, Veysel Karani bu bölgeden geçerken develerini kaybeder. Daha sonra izini takip ederek onları bu gölde bulur. Birde ne görsün, uyuz olan develerin hastalığından hiçbir iz kalmamış. İşte o günden itibaren bu mevkie, uyuz hastalığına şifa anlamında “Beserek” denmiştir. Beserek deyince hem buradaki dağ hem de dağın eteğindeki göl anlaşılmaktadır.

Gölün başındaki ardıç ağaçlarının kutsallığına, bunlardan bir yeşil dal kesenin vücuduna kurt düşeceğine inanılıyor. Anlatıldığına göre, civar köylerden birisi, uyarılmasına rağmen bu ağaçlardan bazılarını kesmiş. Kağnısına yükleyip köye getirirken ağaçlardan kan sızdığı görülmüş. Aradan 15 gün geçmeden bu şahıs hastalanıp yatağa düşmüş. Daha sonra vücudunda kurtlu yaralar oluşmuş, kurtulamayarak ölmüş.

Gül Dede ise, Beserek gölünün yanında bulunan bir ziyarettir. Hakkında detaylı bilgi olmamakla beraber onun veli ve derviş bir zat olduğuna inanılır. Eski eser ve hazine arayıcıları tarafından Gül Dede’nin kabri kazılıp talan edilmiştir. Bugün mezarın olduğu yerde taş yığınları bulunmaktadır.

Sivrialan sakinlerine göre, Aşık Veysel gözünü kaybettiği zaman babası telaşlanarak Gül Dede’ye gidip bir kurban keseceğini ve Hızır’ın gelip oğlunun gözünü açacağını söyler. Daha sonra oğlu Veysel’i ve yakınlarından bazılarını da alarak Beserek ve Gül Dede’ye gider. Adak kurbanını keserken yedi deve ile birlikte bir kervan gelir. Sofra hazırlanıp buyurun yemeğe denildiğinde bakarlar ki ortada ne kervan var, ne de kervancılar var. O zaman gelenin Hızır olduğu anlaşılır.

Beserek ve Gül Dedeye yapılan ziyaretler, adanan kurbanların burada kesilmesi, uyuz hastalığına yakalananların tedavisi ve çocuğu olmayan kadın ve erkeklerin çocuk sahibi olmaları amacıyla yapılmaktadır. Uyuz hastalığına yakalanıp da buraya gelemeyen hastalar için Beserek’ten götürülen bir miktar toprak su ile karıştırılarak çamur haline getirilip uyuz olan yere sürülür.

SALMAN BABA TÜRBESİ:


Türbesi, Ortaköy bucağına bağlı Mescit köyündedir. Selman Baba, değişik zamanlarda ziyaret edilse de daha çok 21 Mart Nevruz Bayramı’nda Emlek yöresi köylülerince ziyaret edilir.

Anlatıldığına göre, Selman Baba bir Bektaşi dervişidir. Aslen Hacı Bektaş’lı olan Selman Baba tekke ve zaviyelerin kapatılmasında irşat göreviyle Anadolu’ya çıkar. Birçok yer gezer. Daha sonra Şarkışla’nın Kale Köyü’ne gelir. Bir süre burada ikamet ettikten sonra Hardal Köyü’ne oradan da şu anda kabrinin bulunduğu Mescit Köyü’ne gelir ve bu köye yerleşir.

Selman Baba’nın türbesi köyün mezarlığının içinde olup iki bölümden oluşmaktadır. Sandukanın bulunduğu bölümün duvarında on iki imamın resimlerinden bazıları asılıdır. Mezar yerden bir metre yükseklikte, baş kısmı sarıklı ve üzeri yeşil örtülerle kaplıdır. Sandukanın üzerinde yanmış mumlar göze çarpmaktadır. Diğer bölüm ise gelen misafirlere yemek ve ikram yeri olarak kullanılmaktadır.

Halk arasında âlim bir zat olarak bilinen Selman Baba kendisini köy halkına adar ve hiç evlenmez. Keramet sahibi bir kişi olduğuna inanılmaktadır. Onun hakkında şu olay anlatılmaktadır: Bir sürü keçi sahibi olan Selman Baba keçilerini otlatmak için çoban tutar. Bir gün çobanlar bir araya gelerek Selman Baba’nın keçilerinden birini kesip yemek isterler. Tam keçiyi yatırıp kesecekleri zaman bir şimşek çakar ve çobanlar korkarak keçiyi kesemezler. Birkaç defa aynı işi yapmaya yeltenirlerse de başarılı olamazlar. Akşamleyin çoban hayvanları köye getirdiğinde Selman Baba çobana; “ keçiyi kesip yemek istediniz ama kesemediniz değil mi?”der.

Selman Baba’yı başta Kavak, Hardal, Kale, Sivrialan, Gülören, Beyyurdu ve Sarıkaya olmak üzere diğer çevre köylerden insanlarında ziyaretine şahit olunmaktadır. Genellikle buraya çocuğu askere gidip de sağ salim dönmesini isteyenler, kısmeti açılmamış kızlar, çocuğu olmayan kadınlar ve rüyalarında Selman Baba’yı görenler ziyaret etmektedir.

KARABABA DAĞI:

Karababa dağı Sivrialan'ın Batı tarafına düşmekte olup Çataltepe'nin batı kesimde yer almaktadır.Karababa Dağı’nın da ilginç bir efsanesi bulunmaktadır. Bunlar Karababa, Abdal baba, Kevgir Baba, Küre Baba, Ağ Baba, Ali Baba ve Keltek Baba olarak yedi kardeşmiş. Her biri Şarkışla yöresindeki bir tepeye yerleşmiş. Bunlardan Karababa savaşa gitmiş. Savaş sırasında başı kopmuş. Kopan başını koltuğuna almış, diğer eliyle de mezarı için taş toplamaya başlamış. Taş toplarken, başından damlayan kan damlaları ardıç ağacı olarak büyümüş. Bugün Karababa Dağı’nın eteklerinde belli bir sıra takip eden ardıç ağaçları bulunmaktadır. Bunlar kutsaldır. Taşlar da kutsaldır. Adak yerinden ev yapmak için alınan taşlar ertesi gün inanışa göre alındığı yere dönmüş. Köylüler de yaptıklarından pişman olmuş.

Kaynak:

Ali Yıldırım, “Emlek Yöresi Köylerinde İnanç Özellikleri,” Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri, ( 23-28 Ekim 2000 Ürgüp/Nevşehir ), Ervak Yayınları, Ankara, 2001, s. 897.

BASINA YANSIYANLAR:AŞIK VEYSEL

Atatürk’ün Veysel’i polise arattığı gece(Hürriyet Gazetesi 21 Şubat 2005)

Aşık Veysel'in kızı, damadı ve torunu Hürriyet'e konuştu. Damadı Hüseyin Özer, Atatürk'ün Aşık Veysel'i arattığı geceyi Yener Süsoy'a anlattı:

Yarı profesyonel gazetecilik hayatımın başladığı 1964’te katıldığım Malik Yolaç’ın Akşam Gazetesi’ndeki ilk röportajımı Aşık Veysel’le yaptım. Sirkeci’deki Afyon Eskişehir Oteli’nin kalorifersiz, buz gibi bir odasında demir karyola üzerinde tanıdım büyük ozanı ilk kez. Çiçeği henüz burnunda bile olmayan bir muhabir adayı ve koskocaman bir Veysel.

21 Mayıs 2005, Aşık Veysel’imizi kaybedişimizin 32’nci yılı. Yüzyılın en büyük halk ozanını, bugüne kadar hiç konuşmayan, hiç görülmeyen bir kızından, damadından, torunundan dinleyelim dedik. Kağıthane tepelerindeki Hasdal yamaçlarında bir çağdaş gecekonduda saatler boyu andık Veysel ustayı. En küçük kızı Hayriye Özer, damadı ve köydeki kapı komşusu Hüseyin Özer ile güzeller güzeli kızları Çiğdem Özer, hiç bilmediğimiz, duymadığımız anılarıyla Aşık Veysel’in bir başka yüzünü çıkarttılar aydınlığa.

Veysel usta, gitmeden çok önce dediğin gibi, dünyanın sonuna mı kaldık yoksa? Gelin belli değil, kız belli değil... Ne nasihat duyduk, ne öğüt aldık... Sohbet belli değil, söz belli değil. İnsanın edebi, udu kalmadı... Günahın, sevabın adı kalmadı... Hakikate giden iz kalmadı... renkler çoğaldı, boya bozuldu... Kumaş belli değil, bez belli değil... Tam çalgıya karıştırdık kavalı... Davul belli değil, saz belli değil.

EN KÜÇÜK KIZI HAYRİYE ANLATIYOR

İlk eşi Esma’yı aldatmasına rağmen ölünceye kadar sevdi

- Babamı 25 yaşındayken Esma adlı köyün çok güzel kızlarından biriyle evlendirmişler. Ondan bir çocuğu olmuş, ama anasının memesi ağzına tıkanıp ölmüş. Derken Esma Hanım, evdeki yanaşmayla babamı bir başına bırakıp kaçmış. Babam, Esma’nın kaçacağını anlamış ama, yapacağı bir şey yok. Ama yine de hainlik etmemiş, öyle örnek bir insandı Yener Bey. Bak şimdi sana anlatacağım, kim böyle bir şey yapabilir? Evde kimse yokken babam, Esma Hanım’ın çorabının içine biraz para koymuş. Evden kaçtıktan sonra iki sevgili Bafra’da bir çeşmenin başında serinliyor. O anda Esma Hanım, çorabını aralayınca paraları görmüş. Hemen anlamış, parayı kaçarsa sefil olmasın diye babamın koyduğunu...

Babam, sevgilisiyle evden kaçan ilk karısı Esma’yı meğer çok severmiş. Esma gittikten çok sonra bile babam hálá onu hayallerdi, köyün en güzel kadınlarından biriymiş. Bir gün kapıyı çalıp bana ‘Çok başım ağrıyor kızım, babandan benim için bir ilaç iste?’ dedi. Çok şaşırdım, ‘Nasıl isteyebilirim Esma anne?’ deyince, ısrar etti; ‘Sen iste, o verir’ dedi. Çekine çekine varıp söyledim babama. Elini cebine attı, çıkardığı aspirini avucumun içine koydu. O anda bana söylediği de hala kulağımda; ‘Onun başı daha çok ağrıyacak.’ Hakikaten dediği gibi de oldu, kadının hayatı perişanlıklarla geçti.

Babam akciğer kanseriydi, durumu çok ağırlaşınca Esma gelip kendisiyle helalleşmek istedi. Babama sordum, ‘İstiyorsa gelsin’ dedi. Kadın kapıya kadar geldi; tam içeri girecekken ‘Ben o adama çok çektirdim, Allah da beni perişan etti. Ne yüzle onunla helalleşeceğim’ deyip geri kaçtı. Babamın ölümünden sonra Esma da çok yaşamadı, kocası da felç oldu, ailece dağılıp gittiler. Gülizar anam, Esma’ya hiç kıskançlık duymazdı, onunla iyi konuşurdu. Annem o kadar çok temiz kalpli, saf bir köy kadınıydı ki. Babamla görüşleri çok ayrıydı, zaten babamı sadece annem değil hiçbirimiz anlayamadık.

DAMADI HÜSEYİN ÖZER ANLATIYOR

Atatürk, Dolmabahçe’de radyoda dinlemiş babamı

- Bir gün Şemsi Yastıman’ın evindeyiz, Baki Süha Ediboğlu, Behçet Kemal Çağlar, Mesut Cemil de orada. Öyle bir muhabbet ziyafeti var ki, tadına doyamazsın. O gün Mesut Bey’in ağzından dinledim, şimdi ilk defa size anlatacağım. Veysel baba, 1933’te uzaktan akrabası da olan İbrahim adlı bir arkadaşıyla İstanbul Radyosu’na gidiyor. Yayınlar o zamanlar Tokatlıyan Han’dan yapılıyor, müdürü de Mesut Cemil. İbrahim önden girip Mesut Bey’e babamı tanıtıyor. radyoda çalıp çalamayacağını soruyor. Veysel’e diyorlar ki ‘Aşık, şimdi seni bütün dünya canlı canlı duyacak, ona göre çal, söyle. Köyde kadınlar madımak toplar gibi yapacaksın, biz sesini yükseltip indiririz.’ Baba vuruyor sazın tellerine, türkülerini art arda çalıp söylüyor. Radyoda işleri bitince bizimkiler Tokatlayan Han’dan çıkıp Kuledibi’ne doğru yürüyorlar. Tam o sırada polis köşe bucak Aşık Veysel’i arıyor. Meğer Atatürk, Dolmabahçe’de Veysel’i dinleyip çok beğenmiş, hemen saraya getirilmesi için emir vermiş. İstanbul kazan, polis teşkilatı kepçe, arıyorlar Veysel’i ama, bulunamıyor.

Veysel baba ertesi sabah arandığını öğrenince derhal Mesut Cemil Bey’e gidiyor. Mesut Bey bir şeyler yazdığı kağıdı Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün yaveri Şükrü Bey’i bulup vermelerini söylüyor. Atatürk’ün huzuruna çıkacağım diye kan ter içinde saraya gidiyorlar. Mesut Bey’in yazdığı kağıdı verdikleri kişiden aldıkları cevapla ikisinin de hayalleri yıkılıyor: ‘Dün keyif zamanıydı, bugün ise mesai zamanı. Mesai zamanında babası bile gelse giremez içeri.’ Veysel baba, Atatürk’le görüşemediği için çok hayıflanırdı. Bir de, askere gidip cephede şehit olamadığına yanardı.

TORUNU ÇİĞDEM ANLATIYOR

Dedemi hiç görmedim ama onu iyi tanıyorum

- Ben 5 kardeşin en küçüğüyüm, doğum tarihim 1975. Annem de Aşık Veysel’in en küçük kızı. Sadece biyolojik olarak Aşık Veysel’in torunu kimliğine sarılmak bana yetmez, bunu yapmam. Onu satır satır okumalı, nota nota anlamalıyım, tanımalıyım. Dedemi görmemiş olmam, onu anlayamayacağım anlamına gelmez. Ben buradaki Sivaslıların kurduğu 600’ü aşkın derneğin bütün davetlerine gitmeye, onlarla aynı havayı solumaya çalışıyorum. Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm ama, kendimi Sivrialanlı olarak kabul ediyorum, öyle daha mutluyum. Yılda birkaç kez köye gidip kalıyorum, mezarları ziyaret ediyorum, müzeleri inceliyorum.


Arkadaşımız Yener Süsoy, gazeteciliğe başladığında ilk röportajını 1964 yılında Aşık Veysel’le yapmıştı. Süsoy, röportajının yayımlandığı Akşam Gazetesi ve son büyük halk ozanının torunu Çiğdem Özer’le.

Ruhi Su, dedemin türküsünü söyleyince

Ruhi Su bir dost meclisinde dedemin bir türküsünü söylemiş. Bitince dedeme sormuşlar ‘Aşık nasıl buldun?’ diye. O da şöyle cevap vermiş ‘Dağlarda bir çiçek olur, alır onu şehre getirirsiniz. Çok güzel saksılarda, çok güzel şekilde onu beslersiniz. Ama, eski kokusunu tutturamazsınız.’

Ben Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim’de halkla ilişkiler okudum. Gazete ilanıyla Akbank’a girdim, önce bankacılık bölümündeydim. Kısa bir süre sonra Suzan Sabancı Dinçer’in asistanı oldum. Bu arada Londra’da çeşitli kurs ve seminerlere, halen Suzan hanımın asistanlığını keyif ve gururla yapıyorum.

İnsanları ayak sesinden tanırdı

En küçük kızı Hayriye Özer, ünlü halk ozanının hiç bilinmeyen yanlarını Hürriyet’e şöyle anlattı:

Babam bize isimlerimizle hitap ederdi, bazen de ‘kuzum, canım’ diye ilaveler yapardı. Sessizce yanından süzülürken bile hangimiz olduğunu anlar, ismini söylerdi. Bir gözünü çiçek hastalığından, öteki gözünü de kazayla kaybetmiş, 7 yaşına kadar gözleri sağlammış. O günlerde köyde gördüklerinden aklında kalanları hep sorardı. ‘Yolun karşısında şu çalı vardı, filan yerde şu taş vardı, hálá duruyor mu’ diye sorardı.

Babamın gündüzleri şiir yazdığını hiç hatırlamam, çoğu zaman ya uyurdu, ya misafirleriyle konuşurdu. Şiirlerini, türkülerini hep gece yazardı. Bizim o yaşta aklımız ne erecek ki, geceki mırıldanmalarını ben hep hasta olduğuna yorardım.

Yemeklerden en çok kuru fasulyeyi severdi. Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde yatarken bile ona özel kuru fasulye yaparlardı.

Her türlü içkiyi içmiştir ama, en çok rakı içerdi. Asla 3 kadeh kararını geçmezdi.

Sigaranın her türlüsünü içerdi, sadece Gelincik’ten uzak dururdu. ‘Pipo içmezsem karnım doymuyor’ derdi. Yener Bey, rahmetli babam çok sık ağlardı, en çok kendi kaderine üzülürdü.

Radyo dinlemeyi çok severdi, radyosu hep baş ucunda dururdu. Haberlerin hiçbirini kaçırmazdı, yurttan ve dünyadan haberleri kaçırmazdı.

Rüyamda babam bana cebinden bir elma çıkarıp verdi ve şöyle dedi: ‘Bu elmayı saklayacaksın.’ Hayırdır inşallah deyip rüyamı birkaç gün sonra komşumuz olan bir büyüğe anlattım. O arada öğrendim ki, 5. çocuğuma hamileyim. Ama niyetimiz çok olacak diye çocuğu aldırmak. Yaşlı kadın ‘Sakın ha, günaha girersin, o elma bu çocuk’ dedi. Ben de doğurmaya karar verdim, oğlan olsaydı adını Veysel koyacaktık. Kız olunca, babamın en sevdiği çiçek Çiğdem’i seçtik.

Lonely Planet Turkey 2005-Sivrialan Tanıtımı



Dünyanın bir numaralı Gezi Rehberi Serilerinden olan Lonely Planet Kitaplarından biri olan 2005 yılında yayınlanmış olan Türkiye kitabında Musa Tokmak'a Türkiye'yi ve Sivrialanı tanıtıcı yazılarından dolayı ve kitaba bilgi sağladığı için Teşekkür edilmiştir.

SİVRİALAN STEPPA (SİVRİALANIN STEPLERİ)



Bir Müzik Parçasının İsmine İlham Kaynağı Olduk......................

"Anadolunun Yüksek Steplerinde Bir Coğrafya" sloganı Sivrialan.com Gurubuna aittir ve sitelerimizin resmi sloganı olmuştur.Bilimsel çalışmalara ilham kaynağı olan çalışmalarımıza bir yenisi bu kez Müzik alanından gelmiştir.

İstanbul kaynaklı FitiSound Gurubu bir parçasında bizim sloganızı kullanmış ve yaptıkları bir çalışmaya Latince Steppa (Step) kelimisini Sivrialan la birlikte kullanmıştır.Parçanın adı "SivrialanSteppa" dır.Yani "Sivrialan'ın Stepleri".İlk olarak biz yayınladığımızdan ve bu parçaya isim kaynağı olduğumuzdan dolayı sevinçliyiz.Parçada Aşık Veyseli'de kısa bir konuşması geçiyor.

SİVRİALAN'DAKİ JEOLOJİK KÜLTÜREL MİRASIMIZ

Sivrialan'daki Büyük Kanyon
Sivrialan köyünün kuzey tarafında bulunan Beserek dağının yaklaşık kuş uçuçu ile 2 km doğu tarafına düşen kısımda yer alan jeolojik bir oluşum vardır.Yöresel adla "Kızılyar" olarak adlandırılan bu bölgenin,bir örneğini başka bir yerde görmek mümkün değildir.Yaklaşık yüz metreyi geçen derinliğe sahip olan bu küçük kanyonun oluşumu jips ve kalker karakteristik yapsında ve kızıl bir renkte olan toprağın erimesi sonuncunda ve yıllar süren erozyonun varlığı sebebiyle oluşmuştur.Yanlız dikkat çeken en büyük faktör böyle bir oluşunun diğer bölgelerde görülmemesidir. Kanyonun giriş kısmından çıkış kısmı(çıkış kısmı kapalıdır veya çıkılamayacak kadar yüksektir) yaklaşık bir iki kilometre mesefededir.Derinlik kimi yerlerde 60-100 metreyi bulmaktadır.Kimi yerlere ulaşmak mümkünken kimi yerlere teknik malzeme olmadan çıkmak mümkün değildir.Genel olarak Kızıl veya Kırmızı renge sahip bir toprak yapısına sahitir ve yüzeyinde ot veya bitki yetişmemektedir. Böyle jeolojik bir oluşumu çevredeki başka bir yerlerde görmek mümkün değildir.
Bir Meteor Çarpmasımı yoksa Kapanan Antik Maden Ocağımı ?
Sivrialan'daki Beserek dağının doğu yamacında bir ziyaret yeri vardır.Eskiden belki 100-200 yıllık bir Ardıç agacı vardı ve ziyaret yeri olarak kullanılan bu ağacın olduğu bölgede aynı zamanda jeolojik veya arkeolojik bir kültürel mirasa sahibiz.İlk görünüşte bir meteor çarpmasını hatırlatan derinliği yaklaşık 15-20 metre ve 30-40 metre çapında olan bir çukurluk vardır.Tüm bölgede böyle ilginç bir oluşum daha yoktur.Çukur meteor çarpması ile oluşma iktimali büyüktür. Meteor çarpması ile oluşan bu çökeltinin bir kısmı derin bir kısmı normal olarak inilibilecek çapta yüzeye sahiptirki bu çukurun doğu tarafı derin batı tarafı daha az engebellidir. Böyle bir istikimatin olası çarpmanın batı tarafından olduğunu göstermektedir.Yanlız böyle bir çukurun açılması için yaklaşık bir kaç ton ağırlığında fazla büyük olmayan bir kütlenin olması gerekmektedir.Atmosferde yanan ve dünya yüzeyine azalarak gelen meteor yinede hızından ve kütlesinden dolayı hacminden daha fazla çöküntüye sebeb olabilmektedir.Bu bölgenin yaklaşık iki bin metrede olması bu teoriyi güçlendirmektedir Diğer bir teoride antik madencilik için açılmış olmasıdır.Daha derin olan kimi kanalların zamanla sel sularının getirdiği alüvyonla dolma ihtimalide vardır.Sivrialan'da antik madenlerin bilimsel olarak dökümanı çıkarıldığı gerçeğiyle burasının da envanteri henüz çıkarılmamış bir antik maden ocağı olabilir. Tabi kesin bir sonuç bilimsel çalışmalr sonucunda ortaya çıkacaktır.

SİVRİALAN.COM HACETTEPE ÜNİVERSİTESİNDEKİ BİR BİLİMSEL ÇALIŞMAYA KONU OLMUŞTUR

Sivrialan.com web sitesi kurulduğu tarihten itibaren saygın bir çizgide yoluna devam etmiş ve bilimsel çalışmalara konu olmuştur veya bilimsel çalışmalara destek vermiştir. Sivrialan.com içerisinde barındırdırdığı bilgi birikimi ve deneyimi çeşitli şekilerde bir çok araştırmacı ve bilim adamı tarafından değerlendirilmiş ve Sivrialan.com'a teşekkür etmişlerdir. 2005 yılı içerinde Selçuk Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölmünce yayınlanan bir tezde Sivrialan.com esas kaynak olarak referans alınmıştır. Bizi sevindiren diğer çalışma ise 28 Nisan 2007 tarihinde Sivrialan.com ve Hacettepe Üniversitesi'nce yapılan bir çalışma olmuştur. Ankara'da yapılan görüşmeye Sivrialan.com'un kurucusu ve sahibi Sayın Musa Tokmak'la Sivrialan.com'un şu andaki webmasteri Sayın Volkan Tokmak ve diğer bir köy web sitesi olan http://www.eldesnet.com sahibi ve webmasteri katılmıştır. Öğretim üyeleri olarak Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nden Sayın Yar.Doç.Mete Yıldız ve Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden Sayın Dr.Zuhal Güler Parlak katılmıştır. Daha önceden İnönü Üniversitesi'nde düzenlenen "Küresel Köyden Yerel Köye: Köy Web Siteleri" konulu bildiriye Sivrialan.com'da araştırmanın bir parçası olarak katılmıştı. Ancak 28 nisan 2007 tarihindeki çalışmaya Sivrialan.com en çok toplumu etkileyen web sitelerinden biri olarak davet edildi. Çalışmaya sadece iki web sitesi konu olmuştur. Bunlardan biri Sivrialan.com'dur. Yaklaşık 3.5 saat süren çalışma sonunda önemli geri bildirimler elde edildi. Sivrialan.com'un geçmişi, geleceği, toplum üstündeki etkileri, insanların Sivrialan.com'a bakış açıları gibi bir çok konu ele alındı. Tüm sorulan sorular ses kaydedici cihazlarla kaydedildi. Çalışmanın sonucunda Sivrialan.com'a desteklerinden dolayı teşekkür edildi. Bu çalışma bir kaç ay içerisinde kitap haline getirilecek ve yine bu çalışma ingilizce bir makale olarak yayınlanacak. Bir kaç ay içerisinde yapılacak olan Sosyoloji kongresinde Sayın Musa Tokmak bu konu üstüne konuşmak üzere davet edilecek ve başarılarımız ve etkilerimiz bilimsel olarak tekrar irdelenecektir. Sivrialan.com bilimsel bir konuya malzeme oluyor. Bilime hizmet ediyor. Toplum üzerindeki etkileri Sosyologlar tarafından inceleniyor. Ne mutluyuz ki Sivrialan "Sivrialan.com" gibi bir web sayfasına sahip.

SİVRİALAN ÜZERİNE YAPILMIŞ BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR

*Araştırma: Musa TOKMAK
Botanik Alanında Bir Çalışma: Born Müller,Roy Makaoy ve Gilberto Silvia (Alman ve Japon Öğrenciler)
Sivrialan'ı da içerisine alan Botanik çalışmaları 1900 yılların sonralarında ve özelikle 1965 li yıllarda yoğun bir şekilde Sivrialan ve çevresinde devam etmiştir. İlk botanik çalışması 1890 li yılların sonralarında Amerikalı araştırmacı Born Müller tarafından yapılmıştır. Born Müller yalnız başına Sivrialan'a yazın gelmiş birkaç gün Sivrialan'da konakladıktan sonra Sivrialan'dan ayrılmıştır. Özellikle Sivrialan köyünün Kuzey Batı tarafına düşen Karababa bölgesinde çalışmalarını yapan Müller, Karababa bölgesine ait olan iki tane endomik bitki keşfetmiştir. Bunun da anlamı sadece Sivrialan bölgesinde yetişen ve diğer alanlarda yetişmeyen iki tane farklı tür çiçeğin olduğudur. Bu çalışmalardan sonra Sivrialan köyüne 1965 li yıllarda yine Amerika�dan Roy Makaoy ve Gilberto Silva yine botanik çalışmalar için gelmişlerdir. Yine Sivrialan bölgesindeki çiçek türleri incelenmiştir.
Bu çalışmaları takiben 2007 veya 2008 yıllarında Hacettepe üniversitesince yeni bir araştırma çalışması planlanmaktadır. Bu araştırmada yine Sivrialan'ın da dahil olduğu Emlek yöresine ait coğrafyalardaki çiçek türleri araştırılacaktır.
Antropolojik Bir Çalışma: Arne Tesli
Arne Tesli Norveçli bir bilim adamıydı. Sosyal-Antropoloji alanında eğitim almıştır. Şu anda Norveç'te Kentsel ve Bölgesel Araştırma Enstitüsünde Araştırma Müdürü olarak görev yapmaktadır.
1979 yılında Sivas Yöresindeki Göç ve Yerel Kaynakların Kullanılmasıyla Azaltılması ve 1986 yılındaki çalışması olan Türklerin Uluslar Alandaki Göç Hareketleri alanında yaptığı çalışma Norveç'deki Bergen Üniversitesince yayınlanmıştır. Bu sebeplerden dolayı 1978 yılında Sivrialan'a gelmiştir ve birkaç ay Sivrialan'da kalmıştır. Özellikle Türkçe öğrenme konusundaki ilgisi dikkat çekmiştir. Sivrialan'da kalığı süre içerisinde yerel halkla ilişkisi dostça olmuştur.
Arkeolojik Çalışmalar:
1-H. H. Van Osteen:
1900 li yıllarda Yukarı Kızılırmak bölgesinde Arkeolojik araştırma yapmak amacı Sivrialan
köyüne de gelmiştir. Bizlerin küp kırığı dediğimiz türden her türlü seramik parçalarını toplayan Amerikan Chiago Üniversitesinden Van Osteen daha sonra çalışmalarını makale olarak yayınlamıştır. Bu çalışmaları daha sonra yayınlanan Orta Anadolu'daki Arkeolojik çalışmalara ışık tutmuştur. Sivrialan köyündeki Kale tabir edilen bölgenin ilk defa Yamaç türü yerleşim alanı olduğu bu kişi tarafından tespit edilmiştir. Sivrialan'da kaç gün kaldığı ve kalış yılı kesin olarak henüz bilinmemektedir.
2-TAY Projesi:
İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümünce başlatılan bir proje olan TAY (Türkiye'nin Arkeolojik Yerleşimleri) projesinin amacı tüm Türkiye'de arkeolojik alanların kayıt altına alınması ve resimlenmesi varsa tahribat durumunu ortaya konulması için 2000 yılından beri bir çalışma içerisine girmişlerdir. Ağustos ayı içerisinde Ortaköy'e gelen ve orada karavanları ile üs kuran TAY ekibi 5/8/2003 tarihinde özelikle üniversiteli geçlerden olan bir gurup tarafından Sivrialan'a gelmişler ve arkeolojik alanlar kayıt altına alınmıştır. Kale bölgesinin resimleri çekilmiş ve buranın daha önceden de tespit edildiği gibi Yamaç Yerleşimi olduğu doğrulanıp herhangi bir tahribatın yapılmadığı tespit edilmiştir ve kayıt altına alınmıştır.
3-Arkeolog A. Tuba Ökse:
Hacettepe Üniversitesi Klasik Arkeoloji bölümünde halen öğretim üyesi olan A. Tuba ÖKSE 1994 yılından beri Sivas bölgesinde arkeoloji bilimi için yüzey araştırması yapmaktadır. Tüm Sivas yöresini gezen Ökse elde ettiği verileri çeşitli tarihlerde yayınlanan Kültür Bakanlığını yayını olan Kazı Sempozyum Sonuç raporlarında bildiri olarak yayınlamıştır. Bu sebepten dolayı bu kişi 1998-1999 yılları yaz aylarında Sivrialan'a gelmiş ve olası Höyük ve yerleşim yerlerini tespit etmiştir. Tespit ederken en büyük ip uçlarını araziden topladığı seramik(küp kırığı) parçaları ile elde etmiştir. Bu parçaların rengi,yüzey dokusu,yapılış şekli,pişirilme şeklinden elde etmiştir. Sivas bölgesinin Arkeolojik çalışma alanında resmi inceleme ve makale yazma yetkisi bu kişiye ait olup yine Sivrialan'da dahil olmak üzere tüm Sivas bölgesi bu kişiye Kültür Bakanlığınca tescil edilmiştir.
Etnik Müzik Alanında Bir Çalışma:
Fransız EtnoMüzik Araştırmacı:ALAİN GHEERBRANT
Fransız EtnoMüzik araştırmacılarından ALAİN GHEERBRANT 1957 yılında Sivrialan'a gelen Fransız müzik araştırmacısı,Aşık Veyselle tanışarak ses kayıtlarını yapmıştır.Bu gezi esnasında kendisine Sabahattin Eyüboğlu ve Yaşar Kemal gibi büyük yazarlar eşlik etmiştir.Bir hafta Sivrialan'da kalan bu gurup daha sonra Sivrialan'dan ayrılarak Türkiye'nin başka bölgelerine gitmişlerdir ve ses kayıtları yapmışlardır.Fransa'da Ocora Firması tarafından 1960 lı yıllarda yayınlanan plak daha sonra Bocora Records tarafından 1985 yılında tekrar kaset olarak yayınlanmıştır.Türkiye'de neredeyse bulunmayan bu eser bizzat Aşık Veysel'in kendi ağzından Sivrialan'da doldurulmuştur.Şuanda Amerika'da Oberlin Üniversitesi Müzik bölümünde bir kopyası bulunan bu eser piyasada bulmak zor.
Prof.Dr.Michael G. Kaloyanides
1970 yılının yaz ayında etnik müzik çalışması için Sivrialan'a gelmiştir ve birkaç ay Sivrialan'da kalmıştır. Yunan Girit adası asıllı Amerikalı Etnik Müzik Profesörüdür. Halen New Haven, Connecticut üniversitesinde öğretim üyesi olarak görevini sürdürmektedir. Sivrialan'a bir arkadaşı ile gelen Kaloyanides köyde ses kayıtları yapmıştır. Elde ettiği bu kayıtlar daha sonra özel bir şirketçe yayınlanmıştır. Aşık Veysel ile de tanışan bu kişi Aşık Veysel'den bağlama dersi almıştır.

1970 Yılı Anısı:Prof.Dr.Michael G. Kaloyanides, Etnik Müzik Uzmanı

** Prof.Dr.Michael G. Kaloyanides 1970 yılının yaz ayında etnik müzik çalışması için Sivrialan'a gelmiştir.Musa Tokmak kendisini bularak e-maik yoluyla kısa bir röportaj yapmıştır. Musa Tokmak'a o yıllarda çektiği resimleri gönderme sözü vermiştir. Aynı zamanda plakta olan Sivrialan halkının türkülerini bir cd'ye aktarıp yakın zamanda web sitesinde yayınlanması için "Sivrialan.com" yönetimine iletecektir. Bu röportajdan ve kendisinin hatırlanmasından büyük memnuniyet duymuştur.- Bay Kaloyanides mesleğiniz nedir ve nerelisiniz ?Ben Amerika Birleşik Devletleri New Haven, Connecticut kentindeki New Haven universitesinde 31 yıldır müzik profersörlüğü yapmaktayım. Bu zamanın büyük bir kısmı Görsel Sanatlar ve Performans bölümünde bölümde bölüm başkanı olarak görev aldım. Ben dünyadan müzik sesleri ve kayıt teknoloji dersleri veriyorum. Türklerin, Yunanlıların ve Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Amerikadaki Boston, Massachusett kentinde doğdum ve orada büyüdüm. Büyürken bu insanların müzikleri ile iç içe oldum.
-Bay Kaloyanides Sivrialan'a ne zaman geldiniz ve ne kadar süreliğine orada kaldınız?Connecticut kentindeki Wesleyan Üniversitesinde 1970 yılında öğrenciydim. Wesleyan üniversitesi dünyadaki yerel müzik araştırmaları ile ünlüydü. Yani Etnik müzik alanında ün salmıştı. 1970 yılı yazında ben, diğer öğrenciler ve bir profesör Orta Anadoluda'ya yerel müzik araştırması yapmak için seçilmiştik. İlk olarak Ankara'daki Prof. Dr. Gültekin Oransayı'nın yanına gittik. Sonra ben arkadaşım Chris Meleney ile Sivas'a oradan da Sivrialan'a geçtik. Biz ilk olarak doğruca köy muhtarının yanına gittik Türk Devleti'nden müzik araştırması için aldığımız belgeleri gösterdik. Muhtar bizi çok sıcak karşıladı ve köy okulunun yanındaki lojmanı bize kalmamız için ayarladı ve köyden bir kadını da bize yemek pişirmesi için tuttu. Kaldığımız yer şimdi çalışıyor mu bilmiyorum Şarkışla yoluna giden okulun yanındaki çeşmenin yanındaydı. Biz Sivrialan'da müzik kayıtları yapmak için yaz mevsiminde iki ay kaldık.
-Hayat şartları köy halkı için nasıldı ? Bir yabancı olarak özellikle sizlere?Hatırladığım en güçlü anım köyün ne kadar temiz havasının ve rahat verici bir havası olduğu ve güzel bir köy olduğudur. Ve ne kadar basit bir hayat yaşadıklarıydı. O zamanlar tabiki evlerde çeşme, elektirik, televizyon ve cep telefonu yoktu. Sadece arabası olan Almanya'da çalışmış kişiler ve ev ziyaretinde bulunan Almancı kişilerdi. Biz at ve eşek üstünde bir yerden bir yere gidiyorduk. Sadece haftada bir defa gelen kamyonla Şarkışla gitmek dışında. Ben Şarkışla'ya bir kaç defa ihtiyaç malzemesi almaya ve de hamam için gittim. Köylüler tabiki çok çalışan çiftçi ve hayvan besleyen kişilerdi. Böylece Sivrialan'da hayat çok basitti ama çok yaşamak için çok çalışmayı gerektiriyordu.
-Köylülerin size davranışı nasıldı ? O günlerden aklınızda kalan isimler varmı ? Kim veya kimler sizin yakın arkadaşlarınızdı ?Sivrialan halkı bana karşı çok nazik ve arkadaş canlısıydılar. Onlar bize yabancıdan çok misafir gibi davrandılar. Bir Yunan kökenli Amerikalı olarak bana nasıl davranacakları konusunda ilk başlarda endişem vardı. Benim büyükannem Yunanistan'daki Girit adasında Thrace köyünde uzun yıllar Türklerle beraber yaşamıştı. Bir gerçek olarak, benim Yunanistan'daki atalarından biri 1800'lerden önce çoçuğu olmayan bir komşu Türk'e çoçuğunu evlatlık olarak vermişti. Ve tabiki Sivrialan halkı bana çok sıcak davrandılar.Ben köyde bir Türkçe isim kendime verdim.Mahmut ismi ismim olan Michael'ı andırıyordu. Soyad olarakta Kahvecioğlu'nu seçtim. Michael G. Kaloyanides olan ismimi köyde Mahmut Kahvecioğlu olarak kullandım. Gerçekten ailem kahve ticareti ile uğraşmışlardı.
Okul yanında evi olan okul öğretmeni bize karşı çok nazikti ve sürekli olarak bizi izliyordu. Hüseyin Tufan adında çok iyi bir genç sürekli bize yardımcı olarak zaman geçiyordu. O şimdi ne yapıyordur acaba, merak ettim. Köyde türkü söyleyen kişiler bizlere yardımcı oldular, çok istekliydiler ve kayıt esnasında çok başarılı oldular. Ben Aşık Veysel'i ve Aşık Hıdır Güç'ün seslerini kaydettim. Hatın Hız adında bir kadını hatırlıyorum ki bize uzun havalar konusunda yardımcı oldu. Bir çoban olan Ali Can'ın düdük adlı oyununu hala hatırlıyorum. Bir gün Zehra Bozkurt, Fadik Bulun, Yeter Başboğa ve Hüseyin Tufan adlı kişilerin ekinin harmanı esnasında bir harmanda söyledikleri türküleri kaydettim. Haydar Tutuş ve Derviş Gülseven adlı kişiler de bana mevlüt söylediler. Hatın Hız and Zehra Bozkurt da bana hem ninni hem de ağıt söylediler. Ben de onları kaydettim. İki düğünde de zurna ve davulun seslerini kaydettim. Tüm seslerini kaydettiğim kişiler ilk defa bir kayıt cihazı görüyorlardı. Kayıt esnasında çok istekle çalışıyorlardı. Daha sonra kaydedilen sesleri dinlerlerken çok seviniyorlardı.
-Sizinle beraber köyde başka yabancılar varmıydı?Benimle beraber köyde sadece arkadaşım ve aynı zamanda aynı okulda öğrenci olan Chris Meleney vardı. Hocamız Dieter Christensen arasıra köyde bizleri ziyarete gelirdi.
-O günden kalma unutumadığınız bir anınız varmı?Çok güzel anılarım oldu Sivrialan'da. Köydeki köy düğünlerini unutamıyorum. Etli bulgur pilavının, domatesin, taze yumurtanın ve de yufkanın tadını hala unutamıyorum. Hala temiz havası ve sade bir yaşamın sürdüğü Sivrialan'ı düşünüyorum. Unutamadığım bir şey de Aşık Veysel'in bana söz verip bana bağlamayı çalmasını çok kısa bir sürede öğretmesidir. Sivas'tan aldığım bağlama ile onun parçalarını çalabiliyorum. Örneğin "Uzun İnce Bir Yoldayım" parçasını çok rahat bir şekilde çalabiliyorum.
-Sivrialan köyünün web sitesi olan (www.sivrialan.com) adlı web sitesini ziyaret ettiniz mi? Evet ise resimlere bakıp Sivrialan'ın nasıl değiştiği konusunda ne söyleyebilirsiniz?Evet ziyaret ettim. Fotoğraflardan köyü, manzarayı ve dağları 37 yıl geçmesine karşın hatırladım. İzlediğim videolardan hala bazı evleri hatırlayabiliyorum. Sivrialan'ın fotoğraflarını ve videolarını görmek beni gerçekten çok etkiledi beni 37 yıl öncesine götürdü. Web sayfasını ziyaret edince şok oldum. Birden geçmiş gözümde canlandı. Köydeki evler şimdi daha konforlu ve büyük gözüküyor.
-Sivrialan halkına son olarak ne demek istersiniz?37 yıldır görmediğim Sivrialan halkına bana destek verdikleri, çok arkadaş canlısı ve cömert oldukları için sonsuz teşekkür ederim. Umarım bir gün yolum tekrar Sivrialan'a düşer. Tüm Sivrialan halkına selam ve segilerimle.Musa Tokmak size de çok teşekkür ederim. Benimle temasa geçip, beni unutamadığım Sivrialan'a 37 yıl sonra tekrar götürdüğünüz için. Sizden ilk maili alınca ve telefonla görüşünce ne kadar sevindim bilemezsiniz. Web sayfanız konusunda da başarılarınızın devamını dilerim.

SİVRİALAN'IN TARİHİ

Antik Çağda Yerleşim:


Sivrialan köyünün arkeolojik ilk verileri M.Ö. 5500 yılına kadar dayanmaktadır.Sivas bölgesinde ilk arkeolojik çalışmalar 1927-28 yılları arasında Arkeolog Von Der OSTEN tarafından seramik parçaları(1) toplanarak yapılmıştır.Ve bu çalışmalar daha ileriki yıllarda devam etmekle birlikte günümüzde düzenli olarak sivrialan'da dahil olmak üzere bilimsel çalışmalar halen yapılmaktadır. Bu çalışmalar tamamen arkeolojik yüzey araştırmaları bazında olup henüz Sivrialan coğrafyası üzerinde yeterli finansman kaynak olmadığından geniş çaplı bir kazı araştırması yapılmamıştır. “
Bu çalışmalardan elde edilen verilere göre sivrialanın tarihi Kalkolitik çağına(Bakır Taş Çağı) kadar dayanmaktadır.Bu tarih MÖ. 5500 yılına kadar gitmektedir. Yani günümüzden 7000 yıl öncesinde bugün “Kale” diye anılan Sivrialan’ın 500 m güney kesiminde yer alan bölgede ilk yerleşimler mevcuttu.Yapılan araştırmalar bu Kale bölgesindeki ilk yerleşim alanının, yüzeyden 3 m aşağısında ve yaklaşık olarak 60 m çapında bir alanı kapsamaktadır(2). Kale diye adlandırılan bu bölgenin her iki tarafında da su kaynağının olması yaniiki yönde akan farklı iki derenin olması (Beserek dağının eteklerinden doğan ve Sivrialan’ın yanında bulunan Değirmen deresi ve Aypınar diye anılan Sivrialan’ın güney-batı tarafındaki yolunun üstündeki ormanlık alandan doğan dere) o zamanki koşullara göre yerleşim alanı olarak Kale bölgesinin seçilmesine sebep olmuştur. Ancak o devirlerde bu derelerin yatak seviyeleri bu kadar derinde değildi ve yerleşimin olduğu alandan yükselti olarak daha düşük seviyede değildiler.Yıllar içerisinde bu dereler yataklarını mevsimsellik akarsu debilerinin değişmesiyle dahada derinleştirerek Kale bölgesindeki yerleşim alanından daha alt seviyelere indiler. Kale bölgesinin ilk yerleşim alanı olarak seçilmesindeki önemli diğer bir etkende Kalkolitik dönemd , bu yerleşim yüzey alanının yüksek bir sevide olması (1830 m civarında) ve diğer tüm alanların ormanlarla kaplı olasından kaynaklanmaktadır. Ancak bu yerleşim alanın büyük çapta bir yerleşim alanı olduğu söylenemez. Sivrialan’a yakın yerleşim alanlarındaki kalkolitik çağa ait verilere bir bakalım .
Sivrialan’a komşu “Emlek yöresi” köyleri arasında kalkolitik çağa ait yerleşim alanları şunlardır:
Sivrialan’ ın kuzeyindeki İsliyurt yani Mesçit köyünün güneyindeki bölgedeki alan. Derenin batı kesimi.Erenyurt köyünün kuzey kesimindeki tepede bir yerleşim alanı.Ortaköy , Karaala tarafındaki derenin batı kesiminde 8 hektarlık bir alan ve Tekke(Mezar yanı) 2 hektarlık bir alan, Büyük Keriz mevkinde 8 hektarlık bir alan.
Ancak bir noktaya dikkat çekmek gerek verilen bu alanlar incelendiği zaman özellikle derenin (Değirmen deresi) batı kesimde yerleşim alanlarının daha fazla olduğu görülmektedir ve hep tepeler seçilmiştir.Bunu sebebi bir ihtimalle savunmaya yöneliktir ve diğer bir sebepte güney yerleşim alanlarının güneşi ilk görme özelliğinin batı terası yerleşim alanlarına nazaran daha iyi olması sebebiyledir.
Sivrialan’ın günümüzdeki yerleşim alanının da bir Kalkolitik veya daha öncesi ve sonrası bir yerleşim alanına sahip olduğu ancak o zamanki sellerden dolayı var olması düşünülen yerleşim alanlarının sel sularının taşıdığı bol alivyonlarla kaplandığıdır.Sivrialan’da çeşitli zamanlarda köy içi inşaatlar sebebiyle toprağın derin kazılmasıyla çıkarılan seramik parçalarının sırsız, boyasız ve toprak renginde olmas , büyük ihtimalle Sivrialan’ın günümüz yerleşim alanın olduğu bölgede de bir Kalkolitik yerleşim olabileceğini göstermektedir
Sivrialan’da ilk yeleşim zamanı olan Kalkolitik çağın en önemli özelliği kısaca şöyledir:(3)
Adını taşın yanısıra bakır kullanımından da alan Kalkolitik Çağ, kültür tarihinde ilk ön kent kültürlerinin başladığı dönem olarak bilinir. Yeni veriler, madenin ilk işlenmesinin Neolitik Çağ'ın Çanak Çömleksiz evresinde başladığını ortaya koymuşsa da, kullanımının çeşitlenmesi ve yaygınlaşması bu dönemde gerçekleşmiştir. MÖ yaklaşık 5.000-3.000 yılları arasına tarihlenen Kalkolitik Çağ, İlk, Orta ve Son olmak üzere üç aşamada incelenir. Gelişkin tarım ve hayvancılık, insanın sosyal yapısındaki değişimleri giderek çabuklaştırmıştır. Yöneticiler, din adamları, çeşitli zanaatçılar gibi farklı grupların yanısıra anıtsal mimari, savunma ve sulama sistemleri, uzak mesafe ticareti ile lüks/prestij maddelerinin ticareti gelişmiştir. Bu gelişim sonucu, Anadolu'da, söz konusu çağ yerleşme yerlerinin sayısının 852'ye ulaştığı görülür. Önemli merkezler arasında, batıdan doğuya, Bakla Tepe (İzmir), Liman Tepe (İzmir), Hacılar (Burdur), Beycesultan (Denizli), İkiztepe (Samsun), Alişar (Yozgat), Domuztepe (Adana), Yumuktepe (İçel) Arslantepe (Malatya), Değirmentepe (Malatya), Girikihaciyan (Diyarbakır) sayılabilir.
Sivrialan’ın arkeolojik zaman çizelgesi Kalkolitik çağla başlamakla birlikte Bizans dönemine kadar devam eden bir kronolojik devri vardır ama bu çizelge Kalkolitik başta Bizans sondadır. Aradaki Tunç ,Demir (Hititlilerin zamanı), Helenistik, Roma dönemlerine ait veriler ve ip uçları henüz bulunamamıştır. Kale bölgesinin ilk yerleşim alanı olduğunu bahsetmiştik. Ancak Arkeolog A.Tuba ÖKSE’ nin (4) Sivrialan Kale bölgesinde yaptığı çalışmalarda bu bölgenin Bizans dönemine ait seramik parçalarınıda toplamıştır.Yani görülüyorki Kale denilen bölge M.S. 1000 yıllarına kadar hep bir yerleşim alanı olagelmiştir.Kale bölgesindeki Kalkolitik çagla başlıyıp Bizans dönemine kadar devam eden süreçlerde Tunç, Demir, Hellenistik, Roma döneminin olmayışının kabul edilmemesi biraz mantık dışıdır.Çünkü Emlek yöresi (Sivrialan da dahil olmak üzere çevredeki 20 yakın köy) köylerinin arkeolojik verilerine baktığımızda bu bölgelerde çok yoğun olarak Hellenistik, Roma ve Bizans yerleşimini görmekteyiz. Ancak Sivrialan bölgesinde bu çağa verilerin gözlenememesi ya büyük ihtimalle yeterince seramik analizi yapılamadı veya eski çağlarda çok şiddetli soğuklar vardı ve insanlar daha güneye Kızılırmak havzasına göç ettiler.Ancak burada da bir çelişki vardır.Çünkü 1876 m yükseltisiyle Emlek yöresinin en yüksek yerleşim alanı olan ve Sivrialan’ın kuzeyinde yer alan Mescit köyünün güneyinde yer alan İsliyurt bölgesindeki derenin batı yakasında olan tepelik alan Kalkolitik zamanla başlayıp, Demirçağ ve Roma dönemine ait yerleşime sahiptir. Ve bu bölge daha soğuk bir bölgedir.O halde Sivrialan bölgesinde en azından bir Hellenisitk ve Roma dönemine ait bir yerleşim en azından yine Kale bölgesinde mevcuttu.
Çevre köylere tekrar baktığımızda:
Emlek Hüyük köyünde Erken Tunç çağı, Orta Tunç Çağı, Demir Çağı, Roma yerleşimini güneyindeki derenin batı kesimindeki plato üstünde görmekteyiz. Hüyük köyünün batı tepe yamacındaki alanın aynı zamanda Roma-Bizans dönemine ait bir yerleşim olduğunu ve Horasan harçlı ve kesme taş bloklar kullanılarak hazırlanmış 10 hektarlık bir antik yerleşim olduğu bulunmuştur.Ortaköy yakınlarında yine Hüyük köyüne ait arazide yine Hellenistik-Roma yerleşim alanı vardır. Ortaköy tamamen bir antik yerleşim alanına sahiptir. Hemen hemen tüm Arkeolojik zamanları kapsayan yerleşim alanına sahiptir.Kala bölgesinde Hellenistik-Roma-Bizans dönemi yerleşim alanları,Tekke bölgesinde Tunç, Demir, Hellenisik-Roma-Bizans ve kuzey kesimde sadece Bizans :Kaplan deresi bölgesinde Hellenisitk-Roma, yine aynı bölgede Roma dönemine ait Kaya Mezarı ,Şarkışla yolu üstünde bir Tümülüs ve Büyük Keriz Mevkisinde Hellenisitik-Roma-Bizans dönemi yerleşim alanı vardır.
Bundan dolayı çevre köylerde bu kadar yoğun özellikle Hellenisitk-Roma yerleşim alanına sahipken ,Sivrialan’da bu tip yerleşim alanlarının olmaması biraz garip kaçar.Yine
köy inşaat alanındaki kazılarda tesadüfen ortaya çıkarıla , Sivrialan günümüz yerleşim alanındaki bölgede, su kanalları,Roma yerleşiminin Sivrialan’da aslında olabileceğini göstermektedir.
Ve aynı zamanda yine bu zamanlarda tesadüfen çıkarılan büyük küpler içerisindeki insan iskeletleri Frigya dönemine işaret etmektedir. Sivrialan büyük ihtimalle Frigya döneminde yine ufak bir yerleşim alanı idi. Buda Demirçağına işaret etmektedir.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz. Sivrialan Kalkolitik zamandan günümüze kadar bir yerleşim alanı olarak süregelmiştir.Yani günümüz Sivrialan arazisinde her zaman bir yerleşme mevcuttu. Ancak bu yerleşmeler büyük çapta değildi. Daha çok küçük çapta idi. Bunun en önemli sebebi iklim koşullarıydı. Sivriala’ ın çevresindeki bölgede en önemli yerleşim Ortaköy tarafında toplanmıştı.Sivrialan köyü arazisinde bir kaç tane Kalkolitik çağa ait tümülüs vardır. Ancak bunlar henüz bilmisel olarak yayınlanmadığından şimdi burada belirtemeyeceğim

Osmanlı Döneminde Yerleşim:

Bizans dönemine kadar sakin bir yerleşim alanı olagelmiş Sivrialan, Anadolu Selçuklu imparatorluğu döneminde de bir yerleşim alanı olarak varlığını sürdürmüştür.Ancak bu devirde büyük ihtimalle Türk kökenli halk değilde ,Gayrimüslüm diye tabir edilen (Ermeni veya Rum(?) kökenli halk vardı).Anadolu Selçuklu imparatorluğunun Anadoluyu ele geçirmesiyle Sivrialan ve Sivrialan’ın çevresindeki köylerinde veya yakınında Bizans imparatorluğunun son kalıntıları olan Ermeni veya Rum kökenli halk Türk kökenli insanların buralara gelmesiyle ve varlıklarını günden güne artırmaları sonucunda mevcut olan yerleşim alanlarını kimi zaman terk etmek zorunda kalmışlardır. Türk kökenli insanların Emlek yöresine gelmesiyle bu halkın yerleşim alanları daha kapalı bir alanda toplanmıştır.Bu Ermeni kökenli insanlar Bizans döneminin ve onun bir nebze devamı olan batı karadenizi ve Kızılırmak havzasını içerisine alan Patnos-Rum imparatorluğunun bir devamı olan halkdı. Sivrialan’ın kuzey-batı tarafındaki meşelik denilen ormanlık alan “Erikli” diye anılır ve diğer bir adı da” Başına Yayladır” bu bölgede yerleşime ait olduğu düşünülen veya ilk görünüm itibariyle bir yerleşim alanının geçmişte var olduğunu düşündürecek izler mevcuttur.veya ilk görünüm itibariyle bir yerleşim alanının geçmişte var olduğunu düşündürecek izler mevcuttur.Yaptığım Osmanlı dönemi arşiv araştırmalarımda aşağıdaki sonuçları buldum.Tapu tahrir kayıtlarında Emlek bölgesinde Başınayayla- Erkeklü bölgesinde bir köyden bahseder.1500 öncesi kurulmuş olan bu köy isim kayıtlarını henüz okumadım.Ama bu köyün bir Ermeni köyü olduğunu şu şekilde düşünebiliriz.Osmanlı arşivlerinde (5) Emlek bölgesinin ilk yerleşiminin 1500 yılına kadar veya bir yüz yıl öncesine kadar gittiğini araştırmalarım sonucunda buldum.1530 yılı kayıtlarında Emlek bölgesinde sadece Mescitlü köyü( şimdiki adı Mescit), Bey (Şimdiki adı Beyyurdu) ve Orta ( şimdiki adı Ortaköy) mevcuttu.Bunlar Türkmen köyleriydi.Yani Sivrialan’ın Erikli bölgesinde bir Ermeni yerleşimden söz edebiliriz.
Anadolu Türkmenlerinden olan Sivrialan halkı çeşitli tarihler arasında çeşitli sebepler dolayı Sivrialan’a göç etmişlerdir.En erken Türkmen yerleşimi yaklaşık olarak 1600-1700 lere dayanmaktadır.Özellikle 2.Mahmut ve Yavuz Sultan Selimin Alevi kökenli Türkmenlere yaptığı baskılarla çeşitli yerlerden kaçan halk Emlek bölgesindeki yerleşim alanına toplanmışlardı.Bunlardan bir tanesi de Sivrialan’dı. Şuanda Sivrialan köyünün orta tarafında daha çok batı tarafındaki dere kısmına yakın bir alanda Anadolu’dan ilk göçen halk yerleşime başlamışlardır.O zaman yoğun olan orman dokusu kendilerini gelebilecek Osmanlı baskılarından korumuşdur.Ancak arazi yapısının yerterli olmaması sebebiyle yerleşim daha çok doğu tarafına kaymıştır.
Ancak çevredeki Ermeni nüfüsun yoğun olması sebebiyle aralarında çok çeşitli şekillerde kavgalar olmuştur.Ermeni nüfusun yoğun olarak Türkler tarafından sıkıştırılması ve yerleşim alanlarının daraltılması sebebiyle ve Osmanlı baskılarından kaçan Türkmenlerinde bu yerleşim alanlarına nüfus etmesi sebebiyle iki halk ararlında ortak kaderi paylaşmalrına rağmen çekişmeler çıkmıştır.Özellikle 1900 yıllar arasında Ermeni guruplarla zaman zaman silahlı kavgalara varan çete savaşı denilebilecek kavgalar çıkmıştır.
1900 yıllarda yoğun olarak bir açlık söz konusu idi.Sivrialan köyünün ekonomik yapısı ilken tarımcılığa dayanıyordu.İlkel bir şekilde kara sabanla tarlalar sürülüyor ve orak çekiçle ekinler biçiliyor ve düven denen altı taşlı öküzlerin çektiği bu aletle ekin sapları saman haline getiriliyordu.Tabi tamamen beden gücüne dayanan bu çalışma şekli insanları bıktırıyor ve zaman zaman ekin zamanı bir ay köye gelmedikleri oluyor ve tarlada yatıyorlardı.Alım gücü olmayan insanların tek çaresi çok ama çok çalışmaktı.Hayvancılık inek, koyun, keçi olarak yapılıyordu ki keçi varlığının çok olması bir nebze orman faunası için çok tehlikeli olmuş ve ormanın tüm bölgelere yayılmasını engellemiştir.Özellikle Sivrialan’ın güneyindeki “Aşagıöz” tarafında yoğun olarak bostancılık yapılıyordu.1960 yıllara kadar bir meyve ağacı bile bulunmayan Sivrialan köyü halkı için bu durum ancak tamamen kapalı bir çevrede yaşadıkları ile açıklanabilir.
1920 lere kadar Sivrialanın tüm kuzey-doğu,kuzey,kuzey-batı tarafı yoğun olarak ormanla kaplı idi. Sivrialan Osmanlı döneminde çok çeşitli zamanlardaki savaşlarda halkını yitirmiştir.Yemende ve Balkan savaşları bunlara bir örnektir.Fatma adında Sivrialan’da doğmuş yerel bir halk ozanın Yemen'e gittiği,yerel halk ozanlarını araştıran bilim adamları tarafından söylenmektedir.

Cumhuriyet Döneminde Sivrialan:

Tamamen kapalı bir çevre içerisinde yaşayan Sivrialan halkı özellikle 1960 lı yıllarda çeşitli sebeblerle göç vermiştir.Mevsimsel iş olarak Adana’da ve Mersin’de çalışmaya başlamışlardır ki genel olarak Turunçgiller (portakal, limon, vb.) bahçelerinde bekçi veya bahçıvan olarak çalışmışlardır.Bahar aylarında Sivrialan’a dönen erkek nüfus genellikle yazlık işlerini haletlikten sonra tekrar çalıştıkları yerlere yaya olarak veya trenle dönüyorlardı.Yaya olarak Mersine gidiş yaklaşık bir-iki hafta arası sürüyordu.
1960 lı yıllarda Sivrialan Almanya’ya ilk göçünü vermiş ve bu göç 1980 yıllara dek yoğun bir şekilde sürmüştür.1980’li yıllarda tekrar ekonomik ve köyde okulun olmaması sebebiyle göç Ankara ve Mersin’e yoğun olarak yön değiştirmiştir.Ancak 2000 li yıllarda sakinleşen bu göç hareketliliği yinede iki-üç yılda bir ailenin Ankara’ya göç etmesi sebebiyle varlığını sürdürmüştür.1995 yılı nüfus sayımlarında Sivrialan’da 180 kişi yaşamaktadır.Ancak Ankara, Mersin ve Almanya ve de diğer bazı Avrupa ülkelerindeki Sivrialan kökenli nüfusa baktığımızda yaklaşık olarak 2000 geçkin bir nüfus olduğunu söyleyebiliriz.Üçüncü Türk kuşağı barındıran Almanya’daki Sivrialan halkı yoğun olarak Köln Gummersbach’da toplanmıştır.Çoğu halk burada Alman vatandaşı haline gelmiştir.


Dip notlar ve Literatür Kaynakları:

(0)ODTU Arkeometri Yüksek Lisans öğrencisi(Arkeometri=Arkeoloji+Fizik+Kimya)
(1)Küp Kırığı
(2)A.Tuba ÖKSE,Hacettepe Üniversitesi,Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü ögretim üyesi,1999 yılında sivrialan gelmiş ve bu verileri elde etmiştir.
(3)T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü,18.Araştırma Sempozyumu Toplantısı,2.Cilt sayfa 89.
--T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü,12..Araştırma Sempozyumu Toplantısı, sayfa 317.
--T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü,11.Araştırma Sempozyumu Toplantısı,sayfa 243.
--T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü,19.Araştırma Sempozyumu Toplantısı,2.Cilt sayfa 229.
--T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü,7.Araştırma Sempozyumu Toplantısı, sayfa 467.
--T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü,18.Araştırma Sempozyumu Toplantısı,2.Cilt sayfa 89.
--http://www.tayproject.org
--Durbin,G.E.S.,"iron age pottery from the Provinces of Tokat and Sivas",Anatolian studies 21,1971,sayfa 99-124

Aşık Veysel’e ve Sivrialan’a Farklı Bir Bakış

Aşağıdaki yazı Veysel Kaymak’ın Kitabından alınmıştır.



Küçük Veysel

Aşık Veysel’in İbrahim’den sonra,birlikte gezip dolaştığı arkadaşı Küçük Veysel’di.Küçük Veysel de,ustası gibi ağır başlı,dürüst,sevecen,efendi bir insandı.Takım elbise ve arada fört giyerdi.
Aşık’la türküleri birlikte okur,türkü söylerken sesleri,birbirinden pek ayırt edilmezdi.Birlikte plak bile yapmışlardı.Veysel’ler bir bakıma özdeş gibi algılanırdı.Altmışlı yıllarda,Küçük Veysel’in ölümünden sonra,bazı çevrelerce,Aşık Veysel öldü sanılırdı.Aşık Veysel’i çarşıda görenler;’’Yahu Aşık Veysel öldü,diyorlardı,bu Aşık Veysel değil mi?’’ diye hayrete düşenler olurmuş.
Aşık Veysel’in herkesçe tanınması,kendisinin ise,bunlardan bir çoğunu tanımadığı konusunda anlattığı bir fıkra şöyle;
Köyün birinin karşısına tilki gelir,tilkiyi gören köy halkından birkaç kişi toplanıp
-Aaa tilkiye bakın,tilkiye bakın,diye bağırır.Tilki bu sesler üzerine durur ve köylülere dönerek;
-Hayret,bunlar beni nereden tanıyor,ben bunların hiç birini tanımıyorum,der.

Veli Dayı

Veli Dayı da aşık’a gezilerinde zaman zaman arkadaşlık etmiştir.Arkadaşlıkları İbrahim ve Küçük Veysel gibi uzun süreli olmamıştır.bunun bir nedeni de,Aşık Veysel’in oğulları Ahmet ve Bahri’nin büyümüş olmalarıdır.
Veli Dayı,Aşık’ın ölümünden sonra yapılan anma toplantılarında,gecelerde arkadaşlık anılarını,ileri yaşına karşın zevkle anlatırdı.

Atatürk’le Görüşme

Aşık,bir tarihte,arkadaşı İbrahim’le,köy köy,kent kent dolaşarak İstanbul’a varır.Radyo Müdürü Mesut Cemil Bey’e,İzmir’den,bir tanıdığından mektup götürmüştür.
Mesut Cemil Bey,Veysel’i radyoda bir programa çıkarır.Program öncesinde:’’İyi söyleyin,bütün dünya sizi dinleyecek’’diye açıklama yapar.Aşık,dünyaya duyurmak için fazla bağırmak gerektiğini zannederek,türküsünü o şekilde okur.Türkü bitince Mesut Cemil Bey:’’Hiç kendini sıkma,yalnız benim demem,öksürüp,pıskırma,kelimeler açık olsun,en hafif bile söylersen duyulur’’diye açıklama yapar.
Aşık türküsünü çalıp,söyler.Program çok güzel olmuştur.Dinleyenler beğenmiştir.Dinleyenler arasında Mustafa Kemal Atatürk de vardı.Atatürk,Radyo evini aratarak,’’Onlar kimse bana gönderin’’demektedir.O sırada Aşık Veysel’i, İstanbul’da kapıcılık yapmakta olan,Arapkirli Mehmet Efendi,radyodan alıp,misafir olarak evine götürmüştür.
Ertesi gün Aşık’a durumu anlatırlar.Mesut Cemil Bey, Atatürk’ün yaveri Şükrü Bey’e,bununla ilgili bir mektup yazar.Şükrü Bey’e ulaştıklarında,Şükrü Bey onlara:’’O bir zevk zamanı idi.Malum ya,şimdi çalışma zamanı,haber vermeme imkan yoktur,veremem,eğer yeniden hatırlayacak olursa çağırtırız’’diye açıklama yapar.Görüşme gerçekleşmez.Aşık,sırası geldiğinde bu anısını büyük bir hüzünle anlatır,’’Görüşmek mümkün olmadı’’ diye üzülürdü.

İsmet Paşa İle Görüşüyor

Cahit Külebi bir yazısında aşık Veysel’i,ağırbaşlı,ne yaptığını bilen biri olarak ,İsmet Paşa’ya benzetir.Bu benzetmede gerçek payı vardır.Aşık,düşünce olarak gerçek Atatürkçü ve Cumhuriyetçidir.
İsmet Paşa ile görüşmesini:
-Bayram kutlaması mı,başka bir tebrikleşme mi hatırlamıyorum,halk kuyruğa girmiş, İsmet Paşa ile görüşüyordu.Biz de kuyruğa girdik,görüşmemiz sırasında,’’ Paşam, Aşık Veysel’’ diye tanıttılar,Paşa da ‘’Yaa ,öyle mi?’’ dedi.İsmet Paşa ile görüşmemiz de böyle oldu,diye anlatırdı.

Gürsel Paşa İle Görüşme

1965’te Aşık Veysel,oğlu Ahmet’le Ankara’ya gelir.Yanlarına Mustafa Timisi’yi de alarak,Gürsel Paşa ile görüşmek için Çankaya’ya çıkarlar.Paşanın Genel Sekreteri Nasır Zeytinoğlu’na, görüşme istediklerini iletirler.Genel Sekreter başlangıçta görüştürmek istemez.Ayrılırlarken Aşık Veysel,ayak üzeri Zeytinoğlu’na,’’Bir köylünün diğerini suya götürüp,susuz getirme’’ öyküsünü anlatır.Sonunda da;’’İşte biz suya geldik,susuz gidiyoruz’’ der.Anlatılanlar Nasır Zeytinoğlu’nun hoşuna gider.’’Bunları uygun bir zamanda Paşa’ya anlatacağım.Sonucunu size bildiririm’’ diyerek,adreslerini alıp konuklarını uğurlar.
Kısa bir süre sonra Paşa, Aşık Veysel’i makamına kabul eder.Görüşme sırasında Aşık,daha çok birlik beraberlik,kardeşlik ve benzeri konularda yazmış olduğu şiirlerini okur.Aşık,o günlerde Kızılay’da bulunan Büyük Sinema’da vereceği konsere Gürsel Paşa’yı davet eder.Paşa’da konser günü Büyük Sinema’ya gelerek Veysel’i dinler.Bir görüşme de böyle noktalanmış olur.

Sivralan’dan Arner Geçti

70’li yılarda köye,Norveç’ten sarışın uzun boylu,30-35 yaşlarında Arner adlı biri geldi.Üniversitede Öğretim görevlisi olduğunu,Türkçe öğrenmek için geldiğini söylüyordu.
Bir süre Ankara’da dil kurslarına devam etmiş,bakmış yeterine yararlı olmuyor,konsolosluk ve çevresinden birilerinin de önerileriyle Sivrialan’a çıkageldi.Kendi ifadesine göre bir süre dil öğrenimine burada sürdürecekti.Aşık’ın damadının evine yerleşti.
Arner ara sıra okula geliyor,yarım yamalak Türkçesiyle çeşitli konularda konuşuyor,arkadaşlarla birlikte sohbet ediyorduk.Bizler O’nu ziyaretimizde ise,evde Türkçe öğrenmeye çalışırken,yemek yaparken veya bulaşık yıkarken buluyorduk.Arner zamanla köy halkıyla kaynaştı,Türkçesini de bir hayli geliştirdi.Kendi dili ve Türkçe’nin dışında İngilizce,Fransızca,Rusça ve Almanca biliyordu.Arada bir kendisiyle Almanca konuşmak isteyenleri,’’Ben şimdi Türkçe düşünüyorum,’’ diye geri çeviriyordu.
Bir ara yanına eşi ve bir çocuğu da geldi.Bir kaç ay birlikte köyde kaldıktan sonra,ülkelerine döndüler.Köyden ayrıldıktan sonra da haberleşmemiz devam etti.Ankara’ya bir iki kez ziyaretimize de geldi.Geldiğinde köye uğramayı ihmal etmiyordu.Arner’i Ankara’daki gecekondumuzda bir iki gün konuk ettik.
Bir gün Ankara’da görev yaptığım okula uğradık,arkadaşlarla tanıştırdım.Okulda pinpon oynadık.Oyun sırasında topu karşılarken,gerekse topa vururken bir gözünün sakatlığının farkına vardık.Nedenini sorduğumuzda,Çocukken şiş battığını,bu yüzden tek gözünün görmediğini söyledi.O güne kadar farkına varmadığım için şaşırmıştım.O gün oturup düşündüm,Arner tek gözüyle okumuş Üniversite hocası olmuş,dört beş yabancı dil biliyor.Ben ise o kadar boş zamanımın olmasına karşın tek yabancı dil bile bilmiyorum.
O gün bu gündü,Arner’i hatırladıkça aynı sıkıntıyı duyuyor,bütün bu olanları ve Sivrialan’da birlikte geçen 70’li yılların heyecanlı günlerini düşündükçe,Sivrialan’dan Arner geçti demekten kendimi alamıyorum.
Amerikalı Öğrenciler

Yine o yıllarda,başlarında bir Alman Profesör,iki Amerika’lı,bir Japon öğrenci,folklor araştırması için köye geldi.Çalışmaları sırasında onlara tercümanlık yapacak,bir kız,bir erkek Türk öğrenci vardı.Çalışmalarını okulda sürdürmek istediklerini,bu konuda yardımcı olmamı istediler.Bir takım zorlukların olabileceğini açıkladım.O yıllarda Amerika’ya karşı daha çok antipati vardı.Okulda sürekli olarak bir kız öğrenci ile çalışmaları da çevrede hoş görülmeyebilirdi.Bununla birlikte okulda kalmaları konusunda,yetkililerden kolayca izin alabilirlerdi.Muhtar Süleyman Bal’la görüşüp razı olduk.Kira olarak ne vereceklerini sordular.Para almamızın sıkıntı yaratacağını düşünerek,okulun ihtiyaçlarını bir liste halinde yazıp verdik.
İki üç ay gibi uzun bir süre çalışmalarını burada sürdürdüler.Çalışmaları süresince yardımcı olundu.Yeni dostluklar kuruldu.Başlarındaki Alman Hoca, mahalleden Dursun Amca ile dost oldular.Dursun Amca’ya şişman olan göbeğini gösterip,’’bebeğim var,’’ diye espri yaparak,ceketinin altına sakladığı şarabı çıkarır birlikte içerlerdi.İriyarı olan Dursun Amca da O’na; ‘’Beni çantana koy,Almanya’ya götür,’’ diye takılırdı.
Alman Hoca,grubun ihtiyaçlarını almak için,arabasıyla sık sık kente giderdi.Hoca bir gün Sivas’ta dolaşırken peşine biri takılır.Para çekmek için bankaya uğrar,vezneden para alır,dışarı çıkar,bakar adam yine peşindedir.Kuşkulanır,bir ara durup adama dönerek,’’Ne istiyorsun’’, diye sorar.Adamın yanıtı,’’Ben Türk’üm,’’ olur.Hoca’da,’’Bende Alman’ım’’, der.Adam, Almanca öğretmeni olduğunu,kendisiyle Alman’ca konuşmak istediğini açıklar.
Grup köyde birkaç ay kaldıktan sonra ayrıldı.bu süre içinde yeni dostluklar edinildi.Karşılıklı hediyeler alınıp verildi,mektuplaşıldı.Ve bir anı olarak kaldı belleklerde.

EMLEK YÖRESİNDEKİ ALEVİ İNANÇLARI

Arastiran Musa TOKMAK

Aşagıdaki yazı özellikle Sarkışla ilçesi alevi köylerinin durumunu ortaya koymak açısından ilginçtir.

Şarkışla İlçesi

İlçe, 5 belediye merkezi, 24 mahalle, 93 köy ve 1 bucaktan oluşmaktadır. İlçenin
toplam nüfusu 37,975’ dir. Bunun 19,747’ si ilçe merkezinde, 18,228’ i ise
ilçeye bağlı kasaba ve köylerde yaşamaktadır. 1990 nüfus sayımı dikkate
alındığında, merkez ilçe nüfusunun az miktarda arttığı, kasaba ve köy nüfusunda
ise ciddi oranda bir düşüşün olduğu gözlenmektedir.


İnanç yapısı itibariyle ilçeye baktığımızda, nüfusun tamamının Müslüman olduğunu
görmekteyiz. İlçe nüfusunun çoğunluğunu Hanefiler, sonra Aleviler ve az sayıda
da Şafiiler oluşturmaktadır. İlçe merkezinde, mevsime bağlı olarak, kışın
köylerden çocuk okutmak için gelenlerle birlikte 300 civarında, yazın ise 150
civarında Alevi yaşamaktadır. Geriye klanlar ise Hanefi mezhebine mensupturlar.
İlçe genelinde Aleviler için “Alevi” tabiri kullanılmaktadır. Alevilerin tamamı
Türkçe konuşmakta olup, sadece Ortatopaç köyü halkı kendi aralarında Kürtçe
konuşmaktadırlar. İlçeye bağlı 93 köyün 26’ sında Aleviler, 4 köyde Alevilerle-Sünniler birlikte ve 63 köyde de Sünniler yaşamaktadır. İlçe genelinde yaklaşık 3000 Alevi bulunmaktadır.
Alevilerin yaşadığı köyler ve nüfusları tablo halinde şöyledir:
Köy Adı Nüfusu Köy Adı Nüfusu

Kaymak 80 Yükselen 115
Kılıçcı 74 Alaman 53
Kümbet 34 Başağaç 11
Mescitli 23 Beyyurdu 60
Ortaköy 465 Kale 110
Otluk 35 Mezra 62
Örtülü 28 Hardal 97
Saraç 250 Hocabey 150
Sarıkaya 82 Gülören 11
Sarıtekke 64 E.Hüyük 159
Sivrialan 141 İğdecik 41
Temecik 9 İlyashacı 44
Yahyalı 245 Kavak 64


Alevilerle-Sünnilerin birlikte Yaşadıkları köyler ise şunlardır: Alaçayırköyünde 46 kişi yaşamaktadır ve köyde Sünniler az olup, çoğunluk Alevidir. Köydecami ve imammı bulunmaktadır. Benlihasan köyünde 110 kişi yaşamaktadır. Bu köydeSünniler Alevilerin iki katı kadardır. Köyün cami ve görevlisi bulunmaktadır.
Çekem köyünde 29 kişi yaşamaktadır. Bu köyde Aleviler Sünnilerin iki katı
kadardır. Köyde cami vardır, imamı yoktur. Çiçekliyurt köyünde 29 kişi
yaşamaktadır. Bu köyde de Aleviler çoğunluktadır.Köyde cami vardır, imamı
yoktur. Ortatopaç köyünde 159 kişi yaşamaktadır. Bu köyde bir aile Sünni olup,
diğerleri Alevidir. Köyde eskiden bir caminin var olduğunu, ancak bunun
yıkıldığını ve şimdilerde yerine yeni bir caminin inşa edilmekte olduğunu
öğrendik.

Bu arada Alevilerin yaşadığı bazı köylerde de cami bulumaktadır. Bu köyler
şunlardır: Ortaköy, Sivrialan ve Yahyalı köyleridir. Bunlardan Yahyalı ve
Ortaköy’de imam vardır.ve bu imamlar bu köylerden memnundurlar. Sivrialan
köyünde bulunan imammın tayini çıkmış olup, köylüler imammın tayin edilmesini
beklemekteler.
İlçeye bağlı Sarıtekke köyünde dernek yaptırılmış cemevi bulunmaktadır. AyrıcaHardal köyünde eskiden bir caminin olduğu ancak şimdi faal olmadığı,belirtilmektedir. Yine Alevi olan Kaleköy’de bir yatırın olduğu ve bununonarıldığını öğrendik. Yine ilçeye bağlı 11 köyde Çeçen ve Çerkezler örf ve adetlerine çok bağlıdırlar. Bunlar üzerinde, sosyal ve kültürel yapı konusundayapılan bir araştırmada, bu toplulukların dini inançlarına son derece bağlıoldukları görülmektedir.
İlçe genelinde Alevilere ait herhangi bir dernek veya vakıf yoktur. Ancak bütünAlevi köylerinin Ankara, Adana, Mersin gibi büyük şehirlerde dernekleri vardır.Bu derneklerin kendi köylerine yardımları olmaktadır. Yaz aylarında çoğu köylerde pilav günü tertipe dilmektedir. Bu günde karşılıklı yardımlaşma sağlanır, kurbanlar kesilir, semah yapılır, birlik ve beraberlikler pekiştirilir. Sivrialan köyünde Aşık Veysel müzesi bulunmaktadır. Bu köyünde deAnkara’da derneği vardır. Her yıl bu dernek tarafından 21 Mart günü Aşık
Veysel’ i anma günü olarak kutlanır.
Şarkışla ilçesi genelinde yaşayan Alevilerin iman esaslarına bağlı olduklarını,ancak Hz. Ali’yi daha çok sevdiklerini gördük. Kişilik olarak iyilik severdirler, özellikle memurlara karşı saygılıdırlar. Camisi olan köylerde hocalar namaz kıldırır, imamı olmayan köylerde dini merasimleri ise, köylerde bulunan Alevi hocalar yerine getirir. Aşık Veyselin oğlu Ahmet Şatıroğlu ilçe merkezinde oturmaktadır. O nun oruç tuttuğunu, namaz kıldığını herkes
söylemektedir. Görüştüğümüz Sünni bir vatandaş, “Alevilerin cenazelerini Sünni
imamların kaldırdığını, dini nikahlarına pek rastlanmadığını, kırsalda karşılıklı kız alınıp-verilmediğini ifade ederek, biz hep içiçe yaşıyoruz, birbirimize saygımız sonsuzdur” dedi.
Sivrialan köyünde 8 yıl imamlık yapmış olan H. Bulut’ la köyde yaptığı hizmetler
konusunda konuştuk. İmam bize şunları anlattı: “camiyi açar, namaz kıldırırdım,
Cuma namazlarında cemaat çok olurdu, ancak 2 Temmuz 1993’deki Sivas
olaylarından sonra cemaatim azaldı” dedi. Ve ardından bu köyde Alevi inançlarına bağlılığın zayıf olduğunu, insanların sadece Aleviyiz dediklerini, 1995 yılında
köye Hacı Bektaş-ı Veli Derneği adına yardım toplayan bir dedenin geldiğini, köy muhtarı Süleyman Balın, bizim camimiz vardır, elimden gelrise camiye yardım
toplarım diyerek dedeye yardım yapmadığını köydeki yaşlıların camiye gelmek

istediklerini, ancak bilgilerinin eksik olmasından ve dua bilmediklerinden dolayı utandıklarını ve bunun için camiye gelmediklerini anlattı. İmamla söyleşimiz de bu köylerdeki cenaze merasimlerinin Sünnilerinkiyle aynı olduğunu, Alevilerin mezarlıklara önem verdiğini, bayram namazlarını herkesin kıldığını belirtti. Farklılık olarak da adak adamada tavuk ve horoz kestiklerini, Mescitli köyünde bulunan türbeye ziyarete gittiklerini, bu ziyaret esnasında kurbanlarınkendisi tarafından kesildiğini ifade etti.
Şarkışla ve çevresinde yaşayan Alevilerin eğitim düzeyi oldukça yüksektir.
Ekonomik durumları çok iyidir. Çoğunlukla yurtdışından emekli olup gelenler
köylerde yaşamaktadır. Köylerde genç yoktur. Yine Alevilerin cenazelere ve
mezarlıklara gittiklerinde yanlarında mutlaka imam götürdüklerini ve imama daha
çok para verdiklerini öğrendik.
İlçe müftülüğüne bağlı 90 görevli bulunmaktadır. 6 kadro da boştur. İlçe
merkezinde ve E. Karacaören köyünde bulunan kurslar öğrenci olmadığından
kapanmıştır. İlçede bulunan İmam-Hatip Lisesinin 550 öğrencisi avrdır. Yeni
kayıt olarak 6 kişi kaydolmuştur. Bu okulda Alevi ailelerden de öğrenci
bulunduğu ifade edilmiştir.

Kaynak:

Bozkuş, Metin, 1995, “Sivas ve Çevresinde yaşayan Alevilerin İnançları”, Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü-İlahiyat Bölümü (YÖK kütüphanesinde kaynak mevcuttur)

EMLEK BÖLGESİ KURTULUŞ SAVAŞI ŞEHİTLERİ LİSTESİ

(Derleyen Musa TOKMAK,2004)

1914-1923 Yılları Arasında Anadolu'nun Çeşitli Bölgelerinde Şehit Olan Emlek Bölgesi Kurtuluş Şavaşı Şehitlerimizin Listesi (Milli Savunma Bakanlığı Osmanlı Arşivlerinden bizzat Derleyen MUSA TOKMAK,2004)

Adı Baba-Adı-Doğum Tarihi-Lakabı-Bucak-Köy-Rütbe-Kolordu-Fırka-Alay-Tabur-Bölük-Savaş-Cephe-Ölüm Yeri-Tarih


SİVRİALAN:

Hüseyin-Yusuf-1307-Tokmak Oğulları-Ortaköy-Sivrialan-Er-...-24-...-...-...-...-Birinci Dünya-...-Seferbirlikte-...

Mehmet-Hüseyin-1307-Bodur Oğulları-Ortaköy-Sivrialan-...-...-....-...-...-...-Çanakkale-Seferbirlikte-...

HÜYÜK:

Mehmet-Süleyman-1301-Ramazan Oğulları-Ortaköy-Üyük-Er-...-102-...-2-...-Birinci Dünya-Kafkas-Meydan Harbi-...

Hasan-Mehmet-1305-Usta Oğulları-Ortaköy-Üyük-Er....-...-...-...-...-Birinci Dünya-....-Tarsus Cephesi-07/06/1330

Yusuf-Cafer-1300-Kelmehmet Oğulları-Ortaköy-Hüyük-Er-...-102...-3-2-Birinci Dünya-Kafkas-Erzurum Hilal-i Ahmer Hastenesi-18/08/1331

ORTAKÖY:

Durmuş-Ahmet-1298-İsa Oğullarından-Ortaköy-Oraköy-Onbaşı-...-10-95-...-1-1-Birinci Dünya-Kafkas-Sadde Harbinde-21/04/1332

Ali-Osman-1315-Kemal-Ortaköy-Ortaköy-Er-...-...-19-..-...-İstiklal Savaşı-Garp-Akçapınar Harbinde-24/01/1338

Hüseyin-Bekir-1309-Haydar Oğulları-Ortaköy-Ortaköy-Er-7-120-...-2-2-Birinci Dünya Savaşı-Filistin-Akçaba Musademesinde-05/03/1334

Osman-Hasan-1301-Kulahmet Oğulları-Ortaköy-Ortaköy-Çavuş-...-90-...-1-1-Birinci Dünya-Kafkas-Madde Meydanı harpte-22/04/1332

BEYYURDU:

Veli-Hüseyin-1305-Kelcuma Oğullarından-Ortaköy-Beyyurdu-Er-...-97-...-2-3-Birinci Dünya-Kafkas-Meydan Harbi-30/10/1334

KARAKUZ:

Ahmet-Hasan-1302-Hasan Oğulları-Merkez-Karakuz-Er-...-....-....-...-...-...-Birinci Dünya-Kafkas-Gümüşhacı Köyü Müsademede-...

Hasan-Ahmet-1299-Süleyman-Merkez-Karakuz-Er-...-50-...-2-3-İç İsyanlar-Yemen-Cebeli Urban-Muharebesinde-11/10/1321

YAHYALI:

Ahmet-Mustafa-1297-İdris-Akçakışla-Yahyalı-Er-...-18-7-...-2-6-Birinci Dünya-Irak-Felahiye Muharebesi-11/10/1332

Kasım-Hasan-1309-Şeyh Oğulları-Akçakışla-Yahyalı-Er-...-...-...-...-...-...-Birinci Dünya-Kafkas-Van Muharebesi-...

Yusuf-Salih-1307-İdris Oğulları-Akçakışla-Yahyalı-Er-...-...-...-...-...-...-Birinci Dünya-Kafkas-Bakü'de

SARAÇ:

Ali-Emin-...-İmam Oğulları-Merkez-Saraç-Er-7-...-50-...-3-3-İç İsyanlar-Yemen-Cebel Sıhırda-29/11/1321

ÇİÇEKLİYURT:

Abdurrahman-Yusuf-1317-Ahmetoğulları-Ortaköy-Çiçekliyurt-...-...-13-...-2-6-İstiklal Savaşı-İç İsyanlar-Şeyh Sait Harekatında-08/04-1341

Osman-Ahmet-1311-...-Ortaköy-Çiçekliyurt-Er-...-...-...-...-...-...-Birinci Dünya Savaşı-Kafkas-Giresun Menzil Hastanesi-11/03/1333