7 Aralık 2008 Pazar

BASINA YANSIYANLAR:AŞIK VEYSEL

Atatürk’ün Veysel’i polise arattığı gece(Hürriyet Gazetesi 21 Şubat 2005)

Aşık Veysel'in kızı, damadı ve torunu Hürriyet'e konuştu. Damadı Hüseyin Özer, Atatürk'ün Aşık Veysel'i arattığı geceyi Yener Süsoy'a anlattı:

Yarı profesyonel gazetecilik hayatımın başladığı 1964’te katıldığım Malik Yolaç’ın Akşam Gazetesi’ndeki ilk röportajımı Aşık Veysel’le yaptım. Sirkeci’deki Afyon Eskişehir Oteli’nin kalorifersiz, buz gibi bir odasında demir karyola üzerinde tanıdım büyük ozanı ilk kez. Çiçeği henüz burnunda bile olmayan bir muhabir adayı ve koskocaman bir Veysel.

21 Mayıs 2005, Aşık Veysel’imizi kaybedişimizin 32’nci yılı. Yüzyılın en büyük halk ozanını, bugüne kadar hiç konuşmayan, hiç görülmeyen bir kızından, damadından, torunundan dinleyelim dedik. Kağıthane tepelerindeki Hasdal yamaçlarında bir çağdaş gecekonduda saatler boyu andık Veysel ustayı. En küçük kızı Hayriye Özer, damadı ve köydeki kapı komşusu Hüseyin Özer ile güzeller güzeli kızları Çiğdem Özer, hiç bilmediğimiz, duymadığımız anılarıyla Aşık Veysel’in bir başka yüzünü çıkarttılar aydınlığa.

Veysel usta, gitmeden çok önce dediğin gibi, dünyanın sonuna mı kaldık yoksa? Gelin belli değil, kız belli değil... Ne nasihat duyduk, ne öğüt aldık... Sohbet belli değil, söz belli değil. İnsanın edebi, udu kalmadı... Günahın, sevabın adı kalmadı... Hakikate giden iz kalmadı... renkler çoğaldı, boya bozuldu... Kumaş belli değil, bez belli değil... Tam çalgıya karıştırdık kavalı... Davul belli değil, saz belli değil.

EN KÜÇÜK KIZI HAYRİYE ANLATIYOR

İlk eşi Esma’yı aldatmasına rağmen ölünceye kadar sevdi

- Babamı 25 yaşındayken Esma adlı köyün çok güzel kızlarından biriyle evlendirmişler. Ondan bir çocuğu olmuş, ama anasının memesi ağzına tıkanıp ölmüş. Derken Esma Hanım, evdeki yanaşmayla babamı bir başına bırakıp kaçmış. Babam, Esma’nın kaçacağını anlamış ama, yapacağı bir şey yok. Ama yine de hainlik etmemiş, öyle örnek bir insandı Yener Bey. Bak şimdi sana anlatacağım, kim böyle bir şey yapabilir? Evde kimse yokken babam, Esma Hanım’ın çorabının içine biraz para koymuş. Evden kaçtıktan sonra iki sevgili Bafra’da bir çeşmenin başında serinliyor. O anda Esma Hanım, çorabını aralayınca paraları görmüş. Hemen anlamış, parayı kaçarsa sefil olmasın diye babamın koyduğunu...

Babam, sevgilisiyle evden kaçan ilk karısı Esma’yı meğer çok severmiş. Esma gittikten çok sonra bile babam hálá onu hayallerdi, köyün en güzel kadınlarından biriymiş. Bir gün kapıyı çalıp bana ‘Çok başım ağrıyor kızım, babandan benim için bir ilaç iste?’ dedi. Çok şaşırdım, ‘Nasıl isteyebilirim Esma anne?’ deyince, ısrar etti; ‘Sen iste, o verir’ dedi. Çekine çekine varıp söyledim babama. Elini cebine attı, çıkardığı aspirini avucumun içine koydu. O anda bana söylediği de hala kulağımda; ‘Onun başı daha çok ağrıyacak.’ Hakikaten dediği gibi de oldu, kadının hayatı perişanlıklarla geçti.

Babam akciğer kanseriydi, durumu çok ağırlaşınca Esma gelip kendisiyle helalleşmek istedi. Babama sordum, ‘İstiyorsa gelsin’ dedi. Kadın kapıya kadar geldi; tam içeri girecekken ‘Ben o adama çok çektirdim, Allah da beni perişan etti. Ne yüzle onunla helalleşeceğim’ deyip geri kaçtı. Babamın ölümünden sonra Esma da çok yaşamadı, kocası da felç oldu, ailece dağılıp gittiler. Gülizar anam, Esma’ya hiç kıskançlık duymazdı, onunla iyi konuşurdu. Annem o kadar çok temiz kalpli, saf bir köy kadınıydı ki. Babamla görüşleri çok ayrıydı, zaten babamı sadece annem değil hiçbirimiz anlayamadık.

DAMADI HÜSEYİN ÖZER ANLATIYOR

Atatürk, Dolmabahçe’de radyoda dinlemiş babamı

- Bir gün Şemsi Yastıman’ın evindeyiz, Baki Süha Ediboğlu, Behçet Kemal Çağlar, Mesut Cemil de orada. Öyle bir muhabbet ziyafeti var ki, tadına doyamazsın. O gün Mesut Bey’in ağzından dinledim, şimdi ilk defa size anlatacağım. Veysel baba, 1933’te uzaktan akrabası da olan İbrahim adlı bir arkadaşıyla İstanbul Radyosu’na gidiyor. Yayınlar o zamanlar Tokatlıyan Han’dan yapılıyor, müdürü de Mesut Cemil. İbrahim önden girip Mesut Bey’e babamı tanıtıyor. radyoda çalıp çalamayacağını soruyor. Veysel’e diyorlar ki ‘Aşık, şimdi seni bütün dünya canlı canlı duyacak, ona göre çal, söyle. Köyde kadınlar madımak toplar gibi yapacaksın, biz sesini yükseltip indiririz.’ Baba vuruyor sazın tellerine, türkülerini art arda çalıp söylüyor. Radyoda işleri bitince bizimkiler Tokatlayan Han’dan çıkıp Kuledibi’ne doğru yürüyorlar. Tam o sırada polis köşe bucak Aşık Veysel’i arıyor. Meğer Atatürk, Dolmabahçe’de Veysel’i dinleyip çok beğenmiş, hemen saraya getirilmesi için emir vermiş. İstanbul kazan, polis teşkilatı kepçe, arıyorlar Veysel’i ama, bulunamıyor.

Veysel baba ertesi sabah arandığını öğrenince derhal Mesut Cemil Bey’e gidiyor. Mesut Bey bir şeyler yazdığı kağıdı Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün yaveri Şükrü Bey’i bulup vermelerini söylüyor. Atatürk’ün huzuruna çıkacağım diye kan ter içinde saraya gidiyorlar. Mesut Bey’in yazdığı kağıdı verdikleri kişiden aldıkları cevapla ikisinin de hayalleri yıkılıyor: ‘Dün keyif zamanıydı, bugün ise mesai zamanı. Mesai zamanında babası bile gelse giremez içeri.’ Veysel baba, Atatürk’le görüşemediği için çok hayıflanırdı. Bir de, askere gidip cephede şehit olamadığına yanardı.

TORUNU ÇİĞDEM ANLATIYOR

Dedemi hiç görmedim ama onu iyi tanıyorum

- Ben 5 kardeşin en küçüğüyüm, doğum tarihim 1975. Annem de Aşık Veysel’in en küçük kızı. Sadece biyolojik olarak Aşık Veysel’in torunu kimliğine sarılmak bana yetmez, bunu yapmam. Onu satır satır okumalı, nota nota anlamalıyım, tanımalıyım. Dedemi görmemiş olmam, onu anlayamayacağım anlamına gelmez. Ben buradaki Sivaslıların kurduğu 600’ü aşkın derneğin bütün davetlerine gitmeye, onlarla aynı havayı solumaya çalışıyorum. Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm ama, kendimi Sivrialanlı olarak kabul ediyorum, öyle daha mutluyum. Yılda birkaç kez köye gidip kalıyorum, mezarları ziyaret ediyorum, müzeleri inceliyorum.


Arkadaşımız Yener Süsoy, gazeteciliğe başladığında ilk röportajını 1964 yılında Aşık Veysel’le yapmıştı. Süsoy, röportajının yayımlandığı Akşam Gazetesi ve son büyük halk ozanının torunu Çiğdem Özer’le.

Ruhi Su, dedemin türküsünü söyleyince

Ruhi Su bir dost meclisinde dedemin bir türküsünü söylemiş. Bitince dedeme sormuşlar ‘Aşık nasıl buldun?’ diye. O da şöyle cevap vermiş ‘Dağlarda bir çiçek olur, alır onu şehre getirirsiniz. Çok güzel saksılarda, çok güzel şekilde onu beslersiniz. Ama, eski kokusunu tutturamazsınız.’

Ben Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim’de halkla ilişkiler okudum. Gazete ilanıyla Akbank’a girdim, önce bankacılık bölümündeydim. Kısa bir süre sonra Suzan Sabancı Dinçer’in asistanı oldum. Bu arada Londra’da çeşitli kurs ve seminerlere, halen Suzan hanımın asistanlığını keyif ve gururla yapıyorum.

İnsanları ayak sesinden tanırdı

En küçük kızı Hayriye Özer, ünlü halk ozanının hiç bilinmeyen yanlarını Hürriyet’e şöyle anlattı:

Babam bize isimlerimizle hitap ederdi, bazen de ‘kuzum, canım’ diye ilaveler yapardı. Sessizce yanından süzülürken bile hangimiz olduğunu anlar, ismini söylerdi. Bir gözünü çiçek hastalığından, öteki gözünü de kazayla kaybetmiş, 7 yaşına kadar gözleri sağlammış. O günlerde köyde gördüklerinden aklında kalanları hep sorardı. ‘Yolun karşısında şu çalı vardı, filan yerde şu taş vardı, hálá duruyor mu’ diye sorardı.

Babamın gündüzleri şiir yazdığını hiç hatırlamam, çoğu zaman ya uyurdu, ya misafirleriyle konuşurdu. Şiirlerini, türkülerini hep gece yazardı. Bizim o yaşta aklımız ne erecek ki, geceki mırıldanmalarını ben hep hasta olduğuna yorardım.

Yemeklerden en çok kuru fasulyeyi severdi. Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde yatarken bile ona özel kuru fasulye yaparlardı.

Her türlü içkiyi içmiştir ama, en çok rakı içerdi. Asla 3 kadeh kararını geçmezdi.

Sigaranın her türlüsünü içerdi, sadece Gelincik’ten uzak dururdu. ‘Pipo içmezsem karnım doymuyor’ derdi. Yener Bey, rahmetli babam çok sık ağlardı, en çok kendi kaderine üzülürdü.

Radyo dinlemeyi çok severdi, radyosu hep baş ucunda dururdu. Haberlerin hiçbirini kaçırmazdı, yurttan ve dünyadan haberleri kaçırmazdı.

Rüyamda babam bana cebinden bir elma çıkarıp verdi ve şöyle dedi: ‘Bu elmayı saklayacaksın.’ Hayırdır inşallah deyip rüyamı birkaç gün sonra komşumuz olan bir büyüğe anlattım. O arada öğrendim ki, 5. çocuğuma hamileyim. Ama niyetimiz çok olacak diye çocuğu aldırmak. Yaşlı kadın ‘Sakın ha, günaha girersin, o elma bu çocuk’ dedi. Ben de doğurmaya karar verdim, oğlan olsaydı adını Veysel koyacaktık. Kız olunca, babamın en sevdiği çiçek Çiğdem’i seçtik.

Hiç yorum yok: